8 Mayıs 2014 Perşembe

Ulu Çınar Nedim Ağabey

Ulu Çınar Nedim Ağabey

Emel SUNGUR


Yaşam bir yolculuktur, ne yola çıkışın, ne de yolu bitirişin senin elindedir.
Yolda karşılaştıklarını seçmeye gayret edersin ancak bazı şeylerin önüne geçemezsin.
Ne yolda karşılaştığın acılar, ne de mutluluklar yaşam çizgini istediğin biçimde oluşturur. Belki de tek şeydir kontrol edebildiğin, kararlı ve inançlı isen yaşamını biçimlendiren, yolculuğun devam ettiği sürece seni sürüp götüren ideolojindir. Ve bu ideoloji insanı insana yaklaştırır. Nedim ağabey yaşamımın son 21 yılına damga vuran iki büyüğümden birisin.
Sümer Abla, Nedim Ağabey işte iki vazgeçilmez büyüğüm...
Nedim ağabey çocukluk yıllarımın eksik figürü babamsın sen. Babalık duygusu acılarımın, mutluluklarımın, iç dünyamın, yıllarımın boş kalan yürek acısının yanıtısın sen. Sığınmak isteyip bulamadığım, korktuğum zaman omzunda rahatladığım, birisinin bakışından ürktüğümde çaldığım ilk kapısın sen…
Herkesin kolaylıkla anlayabileceği duygu değil sana duyduğum derin duygum Nedim Ağabey…
Dedim ya 60 yaşına yaklaşmış olsam da açık olan gönül kapısının parçalarının birleştirenisin sen…
1993 yılında Sivas Katliamından sonra Dikmen’de ki Pir Sultan Abdal Derneğinin kapısını çalan binlerce insanın içinde en kararlısısın sen. O günlerde bu ulu kapıyı çalan ve sonra işleri, korkuları, hesapları, kaygıları ile terk edenleri dışında kalıcısısın sen.
Uzun boylu Malatya’lı Nedim ağabey, seninle karşılaşmamızdan bugüne tam 21 yıl bitti. 21 yıl belki de bir çırpıda ifade edile bilen bir yıllar zinciri. Anlamak için düşünmek ve öyle karar vermek lazım 24 saatlik günün 8 saatini birlikte olduğun bu büyüğün bu çınarın gönlümde nasıl bir kök saldığını ancak yaşayan bilir.
Nedim ağabey, yaşam öykün anlattıklarının ve yazdıklarının dışında çok derin sızının belli etmeden sürdüğü bir çizgi. Sen çocuk yıllarının çiğdem ve kengel sakızı satan çocuğu, sen Köy Enstitülü yılların öğrencisi, öğretmenlik ettiğin yıllarda tebessüm ettiren öykülerin yaşayanı ve yazanı, yol çizginin acıları, cezaevi yılları, işkenceler ve hala süre gelen yargılanmalar. Yaşam çizgisi böyle olan çok insan yıllar önce pes edip çekilmiş köşesine sade, sakin, farklı bir hayatı tercih etmiş Nedim ağabey açıkçası yorulmuş ve belki pişman bile olmuşlar sen inatçısın Nedim ağabey…
İşte 1 Mayıs ilk kez sensiz…
Elinde karanfili ile bekleyen o ulu çınar yok Sıhhiye Meydanında yerin hep boş kalacak orada…
Sıhhiye Köprüsünde bundan sonra her 1 Mayıs sensiz seninle geçecek…
Nedim ağabey yakınlarımda, kendi evimde yaşadım 80’li yılları ve seninle birlikte tekrar yaşadım sense yüreğinde, bedeninde derin acılar tekrar yaşanacağını bilsen de vazgeçmez yolcusuydun bu yolun.
Yalnız kaldığımız saatlerde lüzumsuz onlarca insan bizleri konuşurken sen yaşamın ve kavgamızın derinleştiricisi oldun hep, kötü dili, kötü yüreği ve korkakları hiç mi hiç duymadın.
21 yıl dile kolay hiç vazgeçmediğimiz kavgamızı yaşattığımız alanların, biber gazlarının, tomaların, Adliye önlerinin, Adliye koridorlarının, Sivas Katliam davası sürecinin belki de katledilenlerin yakınlarının dahi uğramadığı o koridorların bekçisisin sen. En erken geleni, en geç gidenisin sen. Selam dahi esirgenirken tebessümle gönlünü herkese açan, katillerle de yaşına rağmen kavgaya en hazırısın sen.
Sivas Katliama davasının ilk duruşmasında polisin saldırıp çılgınca beni dövüp beni nezarete attığın da dönüşümü en heyecanla bekleyenisin sen. Karakoldan çıkınca bu bekleyişi bildiğim için ilk yanına geldiğim, sırtımın sızısını paylaştığım ve sırtımı gördüğünde sırtımın kararan rengini yüzüne yerleştirenisin sen. Bir akşam PSAKD toplantısından sonra polis tarafından alınıp (sivil) iki saat Ankara’nın bilmediğim bölgelerinde gezdirilip, korku salmaya kalkan polisi tek bilensin sen…
1995 yılında 2 Temmuz mitingi öncesi derneğimize gelen polislerin içinde Kayseri de evimizi arayan polise tesadüf ettiğimizde Abdullah Kaygısız hocamla paylaştığımız anıların en hisli dinleyicisisin sen…
İlk öğretmenlik yılları anıların, çocukların, arkadaşların, döneme kayıt düşen yaşanmışlıkların, isyanın, kızgınlıkların ve en çokta örnek olan emeğinle varsın dünyamda Nedim ağabey…
Yaşama bakışımız çok değişmedi geçen yıllarda kavgamızı yüreğimize bayrak yaptık, sadece sözde değil alanlarda da güzeldik. Alanlardaki kavgamızı gençlere ışık olsun diye yazmaya çalıştık.
Ve sadece konuşmadık yaşadık Nedim ağabey…
Yanımızda vurulanları unutmadık, 70’li yılların genç kızıydım, 80’leri ve 90’lı yılları yaşadım. 70’li yılları seninle sindire sindire öğrendim, 90’lı yılları seninle yaşadım. 
PSAKD’nde yöneticilik yıllarımızda yargılandığımız onlarca davayı o yıllar da genel başkan Murtaza Demir, sen ve ben yalnızlığımıza rağmen göğüslemeye gayret ettik. Hiç vazgeçmedik ortak davamızdan Nedim ağabey. Dört duvar arasında azda olsa birbirimizle çatıştık ama baba-evlat ilişkisinden, yoldaş ilişkisinden de hiç şaşmadık.
Malatyalı koca çınar, yoksul ailenin çocuklarından biri, 6 çocuğunu da okutan yiğit baba daha dün yaşadık polis heyecanını. Vakfa gelip beni arayan polis kapıdan çıkar çıkmaz beni arayan koca adam…
“Polis seni arıyor” diyen ve “haber ver, hemen yanına geleceğim” diyen Nedim babamın sesi kulaklarımda. Bunu örgüt yöneticileri günler geçse de söyleyememişti ve yüreğim dağlanmıştı, ona da cevabın hazırdı ama onu söylemeyeyim.
Son yıllarda elinde baston olması nedeni ile hayıflanan, kulaklık takma konusunda tüm ısrarlarıma rağmen inat eden Nedim ağabey…
Sen haklı çıktın “kitap yazamazsın” derken ama şimdi sana inat bende kitap yazacağım, belki okuyan az olacak, belki beğenilmeyecek yazdığım kitap ama o kitapta en çok sen olacaksın hocam…
1 Mayıs sabahı saat 8.30’da hızla Kızılay’a inerek Etem Sarısülük’ün katledildiği yere senin adına kırmızı gülleri bıraktım ve 6 Mayıs geliyor yine her yıl gittiğimiz gibi Karşıyaka’ya seninle gideceğim ve konuşacağım oradakilerle “onlar boynunu ipe tebessüm ederek götürürken ben neden yaşıyorum” diye hayıflanıyordun soracağım “kavuştunuz mu” diye. Son yıllarda seyahat etmek istemiyordun Hacı Bektaş’a ve Banaz’a çok gitmek istemene rağmen nedenini sadece ben biliyormuşum o gün öğrendim evlatlarına bile söylememişsin nedenini. Bir gün anlatmıştın Emel bacı diyerek…
“Emel bacı cop nedeni ile tuvaletimi tutamıyorum ve durmadan tuvalete gitmem gerekiyor kimseyi rahatsız etmek istemiyorum” dedin içim o zaman çok daha nefret ile doldu katil apoletlilere karşı…
Son 3- 5 yıl bana “beni değiştirdin” demeye başladın evet hepimiz biraz değişmiştik herhalde. Veliyettin Ulusoy Efendimi tanıdıktan sonra muhabbetler daha hoşuna gitmeye, deyiş ve nefesleri dinlemeye ve Alevilik noktasında zaten son derece saygılı iken biraz daha yakın tanımaya ve anlamaya başlamıştın her şeyi. Vakfa erken geldiğim zaman biraz muhabbetten sonra kalkıp Eğit-Der’e giderdin arkadaşlarınla oyalanıp konuşmaya. Bazen bu gidişlerin çok kısa sürerdi hemen dönerdin ve anlardım ki bir şey olmuş başlardın kendi kendine konuyu anlatmaya Sosyalist bazı arkadaşların Alevilik konusunda ne yazık ki duyarlı değildi, bu mağduriyetin farkında değildi bu da seni çok üzerdi.
Vasiyetin vardı dik gömülmek istedin ve tören yapılacak yeri de sen tercih ettin her şeye hazırdın adeta…
Bende öyleydi; Perşembe günü Keçiören Eğitim-Sen’in paneli vardı birlikte gittik müthiş espriliydi o gün Nedim ağabey, ertesi gün konuşmamız gereken konular vardı yemek yedik konuştuk. Ve Cumartesi günü genel kurulumuz vardı sabah arkadaşlar gelmişti saat 9.30’da aradılar ben karar vermiştim çok erken gitmemeye, başkalarının da ayni sorumluluğu almasını bekliyordum ama onlar arayınca dayanamadım gittim, konuştuk arkadaşlarla, kongre başladı Nedim ağabey o gün kulaklığını unutmuştu, dizinin dibinden hiç ayrılmadım. Köy Enstitülerinin kuruluş yıl dönümü nedeni ile sana kalem almıştım ve kısa bir mektup yazmıştım;
“Babam, ağabeyim, yol göstericim ve yoldaşım senin yerin benim dünyamda çok derin. Babasız geçen çocukluğumun babası, zor yılların yol arkadaşı oldun. Bazen sırdaştın bazen yoldaş. Nedim ağabey Alevi Tarihinin bu yıllarını tarafsız yazarlar yazarsa herkes görecektir sen bu tarihin en önemli demokratik ayağı oldun, örgütlerimiz belki çok farklı yerlere savrulacakken örgütlerimizde eylem ve demokrasi bilincini yeşerttin. Sen ulu bir çınarsın ancak köklerin çok daha derin. Sen bize ders vermedin her şeyi yaşatarak öğrettin. Seni çok seviyorum” diye yazdığım mektubu okurken gözyaşlarımı tutamadı.
Vakfın Genel Kurulundan Köy Enstitülerinin yemeğine gitmek üzere ayrıldın seninle orada buluşacaktık. Biz yemeğe gittiğimizde yerin boştu seni sordum “ hastalandı taksiye bindirip eve yolladım “ dediler hemen seni aradım cevap vermedin, bir kez daha aradım yine cevap yoktu canım sıkıldı. Sen beni aradın ve “iyiyim, bir şey yok” dedin rahatladım. Aslında ayrılık başlamış ertesi gün Murtaza başkan aradı anlamıştım bir şey olduğunu haykırdım yanına geldik ziyaret yoktu ama fırsat kolluyordum 3. Gün yoğun bakım odasına bir yolunu bulup girdim elini tuttum ve “herkesin selamını getirdim” dedim sadece herkesin ve o herkes dediklerimin bazıları Cumartesi günü seni yolculamaya geldiler. Demek ki ben de hazırmışım...
11 Mayıs’ta Veliyettin Efendim ve bazı arkadaşlarla bir yemek yiyecektik onun programını yapmıştık sen ve Bülent de katılacaktınız. (“Bülent’e sen söyle” demiştin, aslında Bülent ile aran çok iyiydi). Biz o yemeğe gideceğiz sen de aramızda olacaksın. TÖS’le, TÖB-DER’le, EĞİT-DER’le, PİR SULTAN ABDAL Örgütlenmenle, sendikacı dünyan ve sosyalist ruhunla, gezi ruhunla aramızda olacaksın.
Alevi Örgütleriyle, demokrasiyi örgütlenmenin ilk yıllarında birleştiren kızıl bir yıldızsın sen ve seni yolcularken Pir Sultan’ın kırmızı bayrağı ile yolculadık…

Devrin daim olsun…
 3 Mayıs 2014, Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder