Ulu Çınar Nedim Ağabey
Emel SUNGUR
Emel SUNGUR
Yaşam bir yolculuktur, ne yola çıkışın, ne de yolu bitirişin
senin elindedir.
Yolda karşılaştıklarını seçmeye gayret edersin ancak bazı
şeylerin önüne geçemezsin.
Ne yolda karşılaştığın acılar, ne de mutluluklar yaşam
çizgini istediğin biçimde oluşturur. Belki de tek şeydir kontrol edebildiğin,
kararlı ve inançlı isen yaşamını biçimlendiren, yolculuğun devam ettiği sürece seni sürüp
götüren ideolojindir. Ve bu ideoloji insanı insana yaklaştırır. Nedim ağabey
yaşamımın son 21 yılına damga vuran iki büyüğümden birisin.
Sümer Abla,
Nedim Ağabey işte iki vazgeçilmez büyüğüm...
Nedim ağabey
çocukluk yıllarımın eksik figürü babamsın sen. Babalık duygusu acılarımın,
mutluluklarımın, iç dünyamın, yıllarımın boş kalan yürek acısının yanıtısın
sen. Sığınmak isteyip bulamadığım, korktuğum zaman omzunda rahatladığım,
birisinin bakışından ürktüğümde çaldığım ilk kapısın sen…
Herkesin
kolaylıkla anlayabileceği duygu değil sana duyduğum derin duygum Nedim Ağabey…
Dedim ya 60
yaşına yaklaşmış olsam da açık olan gönül kapısının parçalarının
birleştirenisin sen…
1993 yılında
Sivas Katliamından sonra Dikmen’de ki Pir Sultan Abdal Derneğinin kapısını
çalan binlerce insanın içinde en kararlısısın sen. O günlerde bu ulu kapıyı
çalan ve sonra işleri, korkuları, hesapları, kaygıları ile terk edenleri
dışında kalıcısısın sen.
Uzun boylu
Malatya’lı Nedim ağabey, seninle karşılaşmamızdan bugüne tam 21 yıl bitti. 21
yıl belki de bir çırpıda ifade edile bilen bir yıllar zinciri. Anlamak için
düşünmek ve öyle karar vermek lazım 24 saatlik günün 8 saatini birlikte olduğun
bu büyüğün bu çınarın gönlümde nasıl bir kök saldığını ancak yaşayan bilir.
Nedim
ağabey, yaşam öykün anlattıklarının ve yazdıklarının dışında çok derin sızının
belli etmeden sürdüğü bir çizgi. Sen çocuk yıllarının çiğdem ve kengel sakızı
satan çocuğu, sen Köy Enstitülü yılların öğrencisi, öğretmenlik ettiğin
yıllarda tebessüm ettiren öykülerin yaşayanı ve yazanı, yol çizginin acıları,
cezaevi yılları, işkenceler ve hala süre gelen yargılanmalar. Yaşam çizgisi
böyle olan çok insan yıllar önce pes edip çekilmiş köşesine sade, sakin, farklı
bir hayatı tercih etmiş Nedim ağabey açıkçası yorulmuş ve belki pişman bile
olmuşlar sen inatçısın Nedim ağabey…
İşte 1 Mayıs
ilk kez sensiz…
Elinde
karanfili ile bekleyen o ulu çınar yok Sıhhiye Meydanında yerin hep boş kalacak
orada…
Sıhhiye
Köprüsünde bundan sonra her 1 Mayıs sensiz seninle geçecek…
Nedim ağabey
yakınlarımda, kendi evimde yaşadım 80’li yılları ve seninle birlikte tekrar
yaşadım sense yüreğinde, bedeninde derin acılar tekrar yaşanacağını bilsen de
vazgeçmez yolcusuydun bu yolun.
Yalnız
kaldığımız saatlerde lüzumsuz onlarca insan bizleri konuşurken sen yaşamın ve
kavgamızın derinleştiricisi oldun hep, kötü dili, kötü yüreği ve korkakları hiç
mi hiç duymadın.
21 yıl dile
kolay hiç vazgeçmediğimiz kavgamızı yaşattığımız alanların, biber gazlarının,
tomaların, Adliye önlerinin, Adliye koridorlarının, Sivas Katliam davası
sürecinin belki de katledilenlerin yakınlarının dahi uğramadığı o koridorların
bekçisisin sen. En erken geleni, en geç gidenisin sen. Selam dahi esirgenirken
tebessümle gönlünü herkese açan, katillerle de yaşına rağmen kavgaya en
hazırısın sen.
Sivas
Katliama davasının ilk duruşmasında polisin saldırıp çılgınca beni dövüp beni
nezarete attığın da dönüşümü en heyecanla bekleyenisin sen. Karakoldan çıkınca
bu bekleyişi bildiğim için ilk yanına geldiğim, sırtımın sızısını paylaştığım
ve sırtımı gördüğünde sırtımın kararan rengini yüzüne yerleştirenisin sen. Bir
akşam PSAKD toplantısından sonra polis tarafından alınıp (sivil) iki saat
Ankara’nın bilmediğim bölgelerinde gezdirilip, korku salmaya kalkan polisi tek
bilensin sen…
1995 yılında
2 Temmuz mitingi öncesi derneğimize gelen polislerin içinde Kayseri de evimizi
arayan polise tesadüf ettiğimizde Abdullah Kaygısız hocamla paylaştığımız
anıların en hisli dinleyicisisin sen…
İlk
öğretmenlik yılları anıların, çocukların, arkadaşların, döneme kayıt düşen
yaşanmışlıkların, isyanın, kızgınlıkların ve en çokta örnek olan emeğinle
varsın dünyamda Nedim ağabey…
Yaşama
bakışımız çok değişmedi geçen yıllarda kavgamızı yüreğimize bayrak yaptık,
sadece sözde değil alanlarda da güzeldik. Alanlardaki kavgamızı gençlere ışık
olsun diye yazmaya çalıştık.
Ve sadece
konuşmadık yaşadık Nedim ağabey…
Yanımızda
vurulanları unutmadık, 70’li yılların genç kızıydım, 80’leri ve 90’lı yılları
yaşadım. 70’li yılları seninle sindire sindire öğrendim, 90’lı yılları seninle
yaşadım.
PSAKD’nde yöneticilik yıllarımızda yargılandığımız onlarca davayı o yıllar da genel başkan Murtaza Demir, sen ve ben yalnızlığımıza rağmen göğüslemeye gayret ettik. Hiç vazgeçmedik ortak davamızdan Nedim ağabey. Dört duvar arasında azda olsa birbirimizle çatıştık ama baba-evlat ilişkisinden, yoldaş ilişkisinden de hiç şaşmadık.
PSAKD’nde yöneticilik yıllarımızda yargılandığımız onlarca davayı o yıllar da genel başkan Murtaza Demir, sen ve ben yalnızlığımıza rağmen göğüslemeye gayret ettik. Hiç vazgeçmedik ortak davamızdan Nedim ağabey. Dört duvar arasında azda olsa birbirimizle çatıştık ama baba-evlat ilişkisinden, yoldaş ilişkisinden de hiç şaşmadık.
Malatyalı
koca çınar, yoksul ailenin çocuklarından biri, 6 çocuğunu da okutan yiğit baba
daha dün yaşadık polis heyecanını. Vakfa gelip beni arayan polis kapıdan çıkar
çıkmaz beni arayan koca adam…
“Polis seni
arıyor” diyen ve “haber ver, hemen yanına geleceğim” diyen Nedim babamın sesi
kulaklarımda. Bunu örgüt yöneticileri günler geçse de söyleyememişti ve yüreğim
dağlanmıştı, ona da cevabın hazırdı ama onu söylemeyeyim.
Son yıllarda
elinde baston olması nedeni ile hayıflanan, kulaklık takma konusunda tüm
ısrarlarıma rağmen inat eden Nedim ağabey…
Sen haklı
çıktın “kitap yazamazsın” derken ama şimdi sana inat bende kitap yazacağım,
belki okuyan az olacak, belki beğenilmeyecek yazdığım kitap ama o kitapta en
çok sen olacaksın hocam…
1 Mayıs
sabahı saat 8.30’da hızla Kızılay’a inerek Etem Sarısülük’ün katledildiği yere
senin adına kırmızı gülleri bıraktım ve 6 Mayıs geliyor yine her yıl gittiğimiz
gibi Karşıyaka’ya seninle gideceğim ve konuşacağım oradakilerle “onlar boynunu
ipe tebessüm ederek götürürken ben neden yaşıyorum” diye hayıflanıyordun
soracağım “kavuştunuz mu” diye. Son yıllarda seyahat etmek istemiyordun Hacı
Bektaş’a ve Banaz’a çok gitmek istemene rağmen nedenini sadece ben biliyormuşum
o gün öğrendim evlatlarına bile söylememişsin nedenini. Bir gün anlatmıştın
Emel bacı diyerek…
“Emel bacı
cop nedeni ile tuvaletimi tutamıyorum ve durmadan tuvalete gitmem gerekiyor
kimseyi rahatsız etmek istemiyorum” dedin içim o zaman çok daha nefret ile
doldu katil apoletlilere karşı…
Son 3- 5 yıl
bana “beni değiştirdin” demeye başladın evet hepimiz biraz değişmiştik
herhalde. Veliyettin Ulusoy Efendimi tanıdıktan sonra muhabbetler daha hoşuna
gitmeye, deyiş ve nefesleri dinlemeye ve Alevilik noktasında zaten son derece
saygılı iken biraz daha yakın tanımaya ve anlamaya başlamıştın her şeyi. Vakfa
erken geldiğim zaman biraz muhabbetten sonra kalkıp Eğit-Der’e giderdin
arkadaşlarınla oyalanıp konuşmaya. Bazen bu gidişlerin çok kısa sürerdi hemen
dönerdin ve anlardım ki bir şey olmuş başlardın kendi kendine konuyu anlatmaya
Sosyalist bazı arkadaşların Alevilik konusunda ne yazık ki duyarlı değildi, bu
mağduriyetin farkında değildi bu da seni çok üzerdi.
Vasiyetin
vardı dik gömülmek istedin ve tören yapılacak yeri de sen tercih ettin her şeye
hazırdın adeta…
Bende
öyleydi; Perşembe günü Keçiören Eğitim-Sen’in paneli vardı birlikte gittik
müthiş espriliydi o gün Nedim ağabey, ertesi gün konuşmamız gereken konular
vardı yemek yedik konuştuk. Ve Cumartesi günü genel kurulumuz vardı sabah arkadaşlar
gelmişti saat 9.30’da aradılar ben karar vermiştim çok erken gitmemeye,
başkalarının da ayni sorumluluğu almasını bekliyordum ama onlar arayınca
dayanamadım gittim, konuştuk arkadaşlarla, kongre başladı Nedim ağabey o gün
kulaklığını unutmuştu, dizinin dibinden hiç ayrılmadım. Köy Enstitülerinin
kuruluş yıl dönümü nedeni ile sana kalem almıştım ve kısa bir mektup yazmıştım;
“Babam,
ağabeyim, yol göstericim ve yoldaşım senin yerin benim dünyamda çok derin.
Babasız geçen çocukluğumun babası, zor yılların yol arkadaşı oldun. Bazen
sırdaştın bazen yoldaş. Nedim ağabey Alevi Tarihinin bu yıllarını tarafsız
yazarlar yazarsa herkes görecektir sen bu tarihin en önemli demokratik ayağı
oldun, örgütlerimiz belki çok farklı yerlere savrulacakken örgütlerimizde eylem
ve demokrasi bilincini yeşerttin. Sen ulu bir çınarsın ancak köklerin çok daha
derin. Sen bize ders vermedin her şeyi yaşatarak öğrettin. Seni çok seviyorum”
diye yazdığım mektubu okurken gözyaşlarımı tutamadı.
Vakfın Genel
Kurulundan Köy Enstitülerinin yemeğine gitmek üzere ayrıldın seninle orada
buluşacaktık. Biz yemeğe gittiğimizde yerin boştu seni sordum “ hastalandı
taksiye bindirip eve yolladım “ dediler hemen seni aradım cevap vermedin, bir
kez daha aradım yine cevap yoktu canım sıkıldı. Sen beni aradın ve “iyiyim, bir
şey yok” dedin rahatladım. Aslında ayrılık başlamış ertesi gün Murtaza başkan
aradı anlamıştım bir şey olduğunu haykırdım yanına geldik ziyaret yoktu ama
fırsat kolluyordum 3. Gün yoğun bakım odasına bir yolunu bulup girdim elini
tuttum ve “herkesin selamını getirdim” dedim sadece herkesin ve o herkes
dediklerimin bazıları Cumartesi günü seni yolculamaya geldiler. Demek ki ben de
hazırmışım...
11 Mayıs’ta
Veliyettin Efendim ve bazı arkadaşlarla bir yemek yiyecektik onun programını
yapmıştık sen ve Bülent de katılacaktınız. (“Bülent’e sen söyle” demiştin,
aslında Bülent ile aran çok iyiydi). Biz o yemeğe gideceğiz sen de aramızda
olacaksın. TÖS’le, TÖB-DER’le, EĞİT-DER’le, PİR SULTAN ABDAL Örgütlenmenle,
sendikacı dünyan ve sosyalist ruhunla, gezi ruhunla aramızda olacaksın.
Alevi
Örgütleriyle, demokrasiyi örgütlenmenin ilk yıllarında birleştiren kızıl bir
yıldızsın sen ve seni yolcularken Pir Sultan’ın kırmızı bayrağı ile yolculadık…
Devrin daim
olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder