14 Mayıs 2014 Çarşamba

Canlar Canı Nedim Ağabeyim...




HASAN NEDİM ŞAHHÜSEYİNOĞLU

Canlar Canı Nedim Ağabeyim

O bir kuşağın son temsilcilerindendi...
Yiğit bir insan, davasına sadakatle bağlı bir büyük devrimciydi.
Ezenin, horlayanın, insan boğazına kurşun sıkanın karşısındaydı.
Emekçi, halkçı, özgürlükçü, eşitlikçi sosyalist bir insandı.
Bir eğitimciydi, bir öğretmendi.
Örgütçüydü.
Asalakların, hurafelerin karşısındaydı.
Emeği için direnenlerin, başkaldıranların, yola yoldaş olanların, grev önderlerinin önderiydi.
Kalemini doğruluktan ayırmadı.
Araştırmacıydı, sürekli kendini geliştiren en iyi okuyucuydu.
İnsana değer veren, kadını yücelten, faşizmin, irticaın, gericiliğin karşısında demir bir yumruk, gönlü bir güvercin yüreği gibi apansız sevdalara sonuna kadar açık, gerçek bir insan severdi.
Anadolu sevdalısıydı. Anadolu uygarlığına inanmış, bir kültür adamıydı.
Pir Sultan Abdal Derneği’nin kuruluşunda ve davasında Sivas kıyımında canlarını kaybedenlerin ailelerin her zaman yanında bir yiğit bir Pir Sultan ozanıydı.
Dost canlısı, her gence bir şeyler verme aşkında eğitimci, insan gönlünü en büyük Kâbe sayan gerçek bir Aleviydi.
Halkın sömürülmesine, istismar edilmesine, yanlışların doğru gibi gösterilmesine karşıydı.
Sevdalı bir yürek, şair ruhlu bir aydın, ülkesinin derdini değil sadece tüm dünya insanlığının dertlerini dert etmiş, onlara içli içli ağlayan, Sivas kıyımıyla yanan, gençlerin gözleriyle gören, yürekleriyle coşan bir canlar canı Nedim Ağabeyim...
Seni yirmi yıldır tanıyorum...
En çok sevdiğim insanlardan birisin...
Hatıran hep bende canlı kalacaktır...
Ölümsüzler arasına katılan ruhun yıldızlardan her zaman bizi eğitmeye, öğretmeye, doğru yolu göstermeye devam edecektir. Sevdan sevdamızdır, davan davamızdır, yolun yolumuzdur, ilkelerinle bize örnek oldun, canlar canısın Nedim ağabey...
Sonsuz ışıklarla ol...
Devrin daim olsun, haksızlığın karşısında hiçbir zaman eğilmeyen İmam Hüseyin efendimiz şefaatçin olsun... Büyük hizmetlerin hak katında kabulü makbul olsun...
Keşke son yolculuğunda yanında olabilseydim...
Seni çok seven öğrencin

Kendisini iki kez Cem Televizyonunda misafir ettim; 2 Temmuz ve 9 Kasım’da iki programımız yayınlandı. Sivas kıyımını ve yaşamını eserlerini ayrıntılarıyla işlediğim programlar yaptım. Umarım onları deşifre edip yayınlamak isterim.

25 nisan 2014

HASAN NEDİM ŞAHHÜSEYİNOĞLU SÖYLEŞİSİ

Ayhan AYDIN

Bugün bu yola Aleviliğe, Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyet olmasına emeği geçen çok değerli bir araştırmacı yazarla birlikteyiz.  Şu anda Onur Çarşısı içerisinde bulunan Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı binası içindeyiz. Uzun yıllar sürdürülen mücadeleler sonucunda içinde bulunduğumuz vakıf kendi daimi adresine taşınmış oldu. Bütün kuruluşların böyle binalara sahip olmasını arzu ediyoruz.

Değerli araştırmacımız Nedim Şahhüseyinoğlu merhaba efendim.

Merhaba…

Yıllar öncesinden sizinle tanışıyoruz ve sizin çalışmalarınızı, faaliyetlerinizi yakından izlemeye gayret ediyorum. Belli bir süre birlikte çalıştık, bir şeyler yapmaya gayret ettik. Siz çok daha öncesinden başladınız bu hizmetlere, sizlerin hizmeti bizim yaşımızdan daha fazla. Hiç unutamıyorum sizin aylar boyunca süren işçilerin, emekçilerin direnişlerine omuz vererek onlarla yürek yüreğe direnişçi kimliğinizle tarihe geçen mücadeleci kimliğiniz olduğunu da unutamıyorum.
Sizi daha yakından tanımak isteriz bize neler anlatacaksınız yaşamınızla ilgili?

Teşekkür ederim. Aslen Malatya Yeşilyurt geçmiş ismi Onatlı Köy’ü fakat 1973’de beş köyü bir araya getirdiler şu anda Cumhuriyet Örnek Köy olan köydenim. Annemin anlatımına göre 1929 karın çok yağdığı günde doğmuşum, babamın da belirlemesine göre Şubat ayı o yıl çok kar yağmış. Köyümüz 4 mezra olarak yerleşik durumdalar, biz Şahhüseyinoğlu mezrasındayız, mezramızın diğer adı da Kadıyan, okuryazar oldukları için o dönem kadı adını takmışlar.
O dönemin koşulları çok sıkıntılı bir dönemdi, hayvancılık ve tarımla uğraşılıyordu, kıtlık, yoksulluk çoktu böyle bir ortamda yetiştim. Küçüklüğümde kuzu güdüyordum sonra davar güttüm, babam, dedem ve amcalarım okuryazardı onun için beni de okutmak istiyorlardı fakat ne köyümüzde ne de çevre köylerde okul yoktu. Çevre kentlere de götürmek için ekonomik durumlar da müsait değildi, böylelikle okuyamadım.
1938 de Akçadağ’da eğitmen kursu açıldı, o eğitmen kursundan mezun olanlardan bir tanesini bizim bitişik Kırlangıç Köyü’ne verdiler. Kışın oraya gidip geliyordum. Orada 2 yıl okudum sonra eğitmen ayrıldı bu kez köyümüze 5 kilometre mesafede olan Gölpınar Köyü’nde eğitmen vardı oraya gidip gelmeye baladım. 1 yıl da orada okudum. Daha sonra ilkokul 4. Sınıfı Akçadağ merkezde Ziya Gökalp İlkokulunda okudum. O dönem çevre köylerden de gelen vardı 4 kişi bir ev tuttular yaşlı bir kadın buldular, kadın bize bakıyordu bizim ailemiz de kadına bakıyordu. Akçadağ ile merkez arası 13 km. Babam katıra büyük bir yük odun vurdu, sabahleyin erken çıktık akşam gece yarısına kadar odunları yolda ata ata ancak ilçeye yetişebildik her an donma ihtimali kuvvetliydi, böyle sıkıntı içerisinde okudum.
O dönem yine hepsinin belgesel olabilen 2. Dünya Savaşı vardı, ailemizle beraberdik. Üç amcam bir de amcamın oğlu silâhaltındaydı. 25 nüfus vardı, babam hem beni okutuyordu hem de 25 nüfusa bakıyordu.
5. Sınıfı Cumhuriyet İlkokuluna götürdüler kaydettiler. Fakat köyden gittiğim için yeteri kadar Türkçe bilmiyordum. Cumhuriyet İlkokulunda çok takılıyorlardı bana, kuyruklu Kürt diyorlardı, dövüyorlardı. Ben hep öğretmenlerin etrafında dolaşırdım ki beni dövmesinler diye ve 5. Sınıfı da orada bitirdim.
Savaş devam ediyor, sıkıntılar içerisindeydik, Malatya Ortaokuluna kaydettirdi.
Ortaokulda bir ev tutmuşlardı yine çevre köylerden 4 kişiyle. Ekmek karne ile veriliyordu, yiyecek yoktu, kirayı veremiyordu babam, o dönem 6 sıkıntı çektik sonra beni aldı götürdü. Götürmesinin bir nedeni daha vardı ilk kez sinemaya gidiyordum. Sinema yabancı bir filmdi fakat sessizdi. Arkadaşlarla birlikte sinemaya gittik, babam eve geliyor, ev sahibine soruyor o da diyor ki sinemaya gittiler. O dönem sinema ve tiyatro halkın gözünde kötü görülüyordu. Babam gelip kapının önünde bekliyor, benim çıkışımı görünce beni dövdü su birikintisinin içine düştüm, ben seni okumaya mı gönderdim, kötü yollara düşmeye mi gönderdim, dedi. Çevredeki bakkallar da babama destek verdiler böyle bir anım var. Ekonomik nedenlerle okuyamadım.
O dönem Akçadağ Köy Enstitüsü kurulmuştu, bizim köye 5 km. Köye o dönem ilk kez bir taşıt jip geldi. Etrafına toplandık. Gelen Köy Enstitüsü Müdürü Şerif Tekben’di. Şerif Tekben jipten iner inmez çocuklar hepsi kaçtılar Türkçe bilmiyorlardı. Yanıma geldi bu çocukları niye okutmuyorsunuz, dedi onlar da durumu anlattılar, o dönem babama dedi ki, bunları yarın getirin hepsini okutacağım.
1944’de Ocak ya da Şubat ayı beni kayıt ettirdiler. Orada 5 yıl çalıştım öğretmen oldum, köy enstitüsü toplumumuzun gündeminde 60 yıldır devam ediyor. Çağdaş Türkiye toplumuna uygun çağdaş, bilimsel, üretken uygulaması bulunan ve orada yetiştik, böylece köy enstitüsü bittiğinde 1949 da öğretmen oldum.

Cumhuriyet Örnek Köyü kuruluş öyküsünü anlattığınız ve sizin hazırlamış olduğunuz bir araştırmanız var. Biraz ondan bahsedin. Bunu nasıl hazırladınız, içinde neler var?

Bu kitabı hazırlamamın nedeni 5 köyü bir araya getirmek kültürel yönden, sosyal yönden, sağlık yönünden, ulaşım ve üretim yönünden bir araya getirmeyi önemli olarak görmüştüm. 1971’de Yeşilyurt İlçesinde Tayfun Özşen isminde bir kaymakam atandı. Kaymakam köyleri geziyor, dağınıklığı görüyor. Bu sıkıntılara yanıt verebilecek bir durum yok çünkü mezralar dağınık. Kaymakam diyor ki; sizlere okul, sağlık teşkilatı, ulaşım yardımları yapabilmek için ekonomik zorluklar var. Sizleri bir araya getirerek bir köy çatısı altında toplanabilir misiniz, diye görüşmeler yaptı. Köylüler çok memnun kalıyor. Adana Malatya Karayolunun üzerinde bir yer belirlediler devlet kredi vererek 1972’de başladı ama 1980’e kadar yapımı devam etti ve 5 köyü bir araya getirdiler. Buna benim de katkım vardır. Köyleri ikna etmek, hem kaynaştırmak, hem kültürel yönünden, okullar, sağlık yapımları hakkında katkılarım oldu. Köy kurulduktan sonra modern evler, her evin bahçesi oldu, hayvanların barınacağı bölümler yapıldı. Köyün de kuruluş tarihini gelecek kuşaklara belgelemek üzere bir hazırlık yaptım. Çalışma dönemindeki projeleri, basına yansıyan dokümanları bir araya getirdim ve bu çalışmaları Cumhuriyet Örnek Köy adı ile kitaplaştırdım. Kitap 4 veya 5 bölümden oluşuyor. Birincisi köyün kuruluş yerinin belirlenmesi, ikinci bölüm 5 köyün geçmişe dayalı yaşam durumu, kültürel durumu vardı, üçüncü bölüm köyün tüzel kişilik kazanması yönünde bir mücadele oldu. Bazı sıkıntılar oldu, diğer bir bölüm kültürel, köyün önceki yaşam ile bugün ki yaşam arasında kriter karşılaştırması var, devlet tarafından yaptırılanlar, köy konağı, okul, hamam, fırın var bunlar alt yapı kısımları. Diğer bölüm ise köyde yetişen yazarlar, bilim adamları ve resimler var.

Bu eseri incelediğimizde bir köy monografisi ile karşı karşıyayız. Köyün tarihçesi, kültürel doku ve günümüzdeki durum, fotoğraflar ile zenginleştirilmiş bir çalışma. Köylerle ilgili kültürel yapıya değineceğiz. Biraz bu çalışma hakkında bilgi veriniz. Şerif Tekben kimdir, bizi aydınlatınız?

Köy Enstitüleri Türkiye’deki eğitim alanında en büyük devrim gerçekleştiren bir eğitim kurumudur. Bilimsel içerikli, çağa uygun köye ve üretkenliğe yönelik eğitim kurumudur. Türkiye’de o zaman 21 tane köy enstitüsü açılmıştı, Akçadağ Köy Enstitüsü bunlardan bir tanesidir. Temmuz 1940’da Akçadağ merkez de Hamidiye Kışlası var orada başlamıştır. Köy Enstitülerinin esas amacı ilçelerden uzak tarımın yapılabileceği bir alan isteniyordu ve böylelikle 10 km. uzakta bulunan yeri saptadılar. İlk kurucu müdürü Şinasi Kamer fakat sonra Sivas Yıldızeli Pamukpınar’da kurulan köy enstitüsüne atanınca yerine Şerif Tekben geldi. Şerif Tekben daha önce eğitmen kursunun şefliğini yapıyordu. 1942 de burada müdür oldu, 1946’ya kadar öğrenci gibi çalışıyordu, bir öğretmen gibi öncülük yapıyordu. Emeği olan, öğrencileri evlatları gibi seven, öğrenci öğretmen ilişkilerini çok sıcak tutan demokratik gelişmeye öncülük eden birisiydi.  O zamanlar öğretmen toplantılarında okul temsilcisi olunurdu bir yönetici gibi önerilerde bulunurdu ve okulun çok işlerini yürütebilecek okul başkanlığına oylarla seçilirdi, bir aylık çalışmanın sonucunda toplantılar yapılırdı, okul müdürü, öğrenciler, öğretmenler, işçiler yapardı bu toplantıları ortaklaşa bir eleştiri de bulunurlardı. Bizlere diyordu ki; siz köylere gideceksiniz, köyler bir kültür hazinesidir.
İlk öğretmenliğimi yaptığım Pütürge’nin Hüsükuşağı Köyüdür, köy çalışmalarına orada başladım. Bu çalışmalarımı yazılı olarak kitap haline getirdim.

Bu eğitim seferberliğine takılıp ülkemizin aydınlığı için çalışan sevgili öğretmenlerimizi büyük bir saygı ile selamlıyoruz, Hakk’a yürüyenlerin ruhları şad olsun, yaşayanlara da güzel ömürler diliyoruz.
Malatya, Anadolu’da önemli yerleşim birimi, önemli bir kültür merkezidir. Türkiye için önemi de Alevi inancına sahip insanlarımızın da yoğunlukta olarak yaşadıkları bir yöre olmakla birlikte erenlerin, velilerin, evliyaların büyük inanç önderlerin de gelip zamanında konakladıkları ve insanlara ışık saçtığı yerlerden birisidir. Kırlangıç köyünden bahsettiniz. Kırlangıç Köyü de Doğan ailesinin bulunduğu bir köy. Çevrenizdeki Alevi yaşantısı, dedeler, inanç merkezleri, ocaklar nasıl bir yapı sergiliyor?

Alevi bir aileden gelmem nedeni ile duygusal yanı ağır basar. Bizim köyün Balıyan Aşireti 24 köydür. Doğan Dede ailesi Ağuiçen Ocağı’na bağlılar ve bunlar Türkiye genelinde halkla kaynaşan, halkın barış içinde yaşamasını isteyen ve kendi bildiklerini halka, onların bildiklerini de kendileri edinen sevilen, sayılan bir aile. İzzettin Doğan da böyle bir ailenin kültürü ile yetişti sonradan çağdaş sistemle yetişerek bilim adamı oldu.
Dedelik kurumu Osmanlı ve Selçuklu durumunu değerlendirdiğimiz de şöyle bir konu çıkıyor. Yerleşik bulunan toplum Mezopotamya kültürü var, Yunan kültürü var, Hitit kültürü var bunların tümü harmanlanmış vaziyet haline gelmiştir. Kültür ve töre geleneklerini de bugüne taşıyan da Alevi kesimdir. Dedeleri kendime göre üç durum da değerlendiriyorum.
Bir grup dede yoksul ama bütün yasak ve baskılara rağmen Alevi geleneğini köy köy yaymışlardır.
İkincisi; Alevi baskılarına karşı devrimci dedeler Pir Sultan ve Hacı Bektaş… Bunlar da çağdaş toplumun gelişmesini isteyen dedeler.
Üçüncüsü ise; bütün olumsuzluklara rağmen düzenle işbirliği yapma içerisinde olanlar vardır, Alevileri asimile ettirmek, Osmanlı ile işbirliği yapmak isteyenler de olmuştur. Bunlar halk arasında tutunamamışlar. Bir örnek vereyim; Mevlana. Mevlana her zaman;  Selçuklar döneminde, Osmanlılar döneminde, Cumhuriyet döneminde resmi olarak her yıl anılır onun adına törenler yapılır, şatafatla anılır, hep ön plana çıkarılır. Pir Sultan Abdal, Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli ziyaretleri, törenleri bazen devlet tarafından yasaktı ama oraya katılanlar milyonlardır. Bunun nedeni halkın içinden çıktıkları için halk kendi öncülerine sahip çıkıyor. Hacı Bektaş törenleri, Pir Sultan törenleri, Abdal Musa törenleri çok kalabalık geçiyor. Bunlar topluma öncülük yaptıkları için halk törenlere katılıyor.
Son olarak bizim köyde 1959 cem yapıldı. Görgü cemine girmek isteyenler rehbere giderdi ve rehber anlatırdı insanlar; ceme girecekseniz, köyde küskün olduklarınız varsa rızasını alın sonra gelin, diyordu. İkinci aşama pire giderdi, rehberin çözemediği sorunları pir çözmeye çalışırdı ve sorunlar çözüle çözüle görgü cemi durumuna gelirdi. Dede der ki; ey cemaat bu sofular darda, huzurunuzdalar, siz bunlardan memnun musunuz? Tekrar sorgulama sistemi başlar ve orada karara bağlanırdı.

Aleviliğin temel değerleri uygulanmış olsa çağı aşan yönleri var ama Alevilerin kendileri de nedense bu değerleri saklamazlar.

Dinlerin ilerici, demokrat yanı yoktur, eleştiri ve yoruma açık değildir. Alevilik tümüne açıktır. Dedeyi, rehberi eleştiriyorsun.

TRT’de bir program vardı Mahzuni Şerif ile birlikte Keçiören’de bir ceme gitmiştik, Ertürk Yöndem bunu gösterecekti 1995 yılında. 5 dakika söz hakkı verdiler ben Anadolu uygarlığı ile açıklansın, dedim siz de beni takdir ettiniz, desteklediniz çok iyi hatırlıyorum. Eskiden beri böyle bir yanınız var.
Söylenen nefesler, çalınan sazlar ve bu inancı yaşayan büyük bir kitle var ama Alevilerde çok büyük bir savrulma oldu. Bunun tek nedeni sadece dış göçler mi, ya da bunun başka nedenleri var mı?

Kırsal kesimdeyken Aleviler birbirini denetliyorlardı, kimin ne yapıp yapmadığını ona göre sorgulama yapılıyordu. Kimse o sorgulamadan ceza almamak için çaba harcıyordu. Cemlerde kurallara uymayan insanlara verilen cezalar işkence değildir. Ama ceza alanlarla konuşulmuyor, davarını davarına katmıyorlar, ona yardımcı olmuyorlardı. Bu bakımdan köy içindeki insanlar dışlanmamak için verilen cezayı kabul ediyorlardı ve suç işlememeye özen gösteriyorlardı. Kentlere akım başlayınca Aleviler uzun süre kentlerde kendilerini gizlediler, sürekli onları aşağılıyorlardı, hor görüyorlardı bu bakımdan kentlerde kendilerini gizlediler. Yeni yetişen kuşaklar kentin koşulları içinde geçmişi anımsayamadılar, öğrenemediler. Devletin de asimilasyon politikası da var. Osmanlı döneminde şeriat uygulaması vardı fakat köylerde devlet hiçbir zaman cami yapmamıştı. Köyün imamını köylü kendisi seçiyordu maaşını veriyordu. İstediği zaman işe yaramıyor olumsuzluğu varsa çıkarıyordu. Bugün devlet atıyor, devlet cami yapıyor. Devlet eliyle bir şeriata doğru veya siyasal İslam’a doğru uygulama var. Köyden kente gelen insanlarda bu uygulamadan dolayı asimile korkusu var. Köyden buraya gelen kuşak meseleyi bilemedi yozlaşmaya başladı. Kente gelen insanlar değişik ocaklara bağlıydı o ocakların da kontrolü zorlaştı yani yapamadı. Görgü cemi yapılabilecek açık bir durum yoktu, çünkü yasaktı onu kentlerde yapamadılar. Böylelikle bir erozyona uğrama konusu doğdu. Ekonomik nedenler, baskı nedenleri ve kültür nedenleri de var. Bir toplumu çağın gerisine ve ilerisine götüren de kültürdür. Siz dogmalara dayalı metafizik bir kültürle yaparsan Ortadoğu da görüyoruz. İleri doğru bir eğitim sistemi yapılırsa uygar ülkeleri görüyoruz.

Aşiretleri gündeme getirelim. Siz kendinizi kimlik olarak Anadolu uygarlığı içerisinde nasıl yorumluyorsunuz. Etnik olarak bu ülkede Kürtler de var, demek nedense birilerini huylandırıyor. Bunu söylemek niye zor? Bu politika bazı yazarlar tarafından devam ettiriliyor. Siz kendinizi nasıl nitelendiriyorsunuz?

Ben Kürt bir aileden geliyorum fakat Kürtçü değilim. Bir toplumun etnik gruplara göre bölünmesi daima faşizm getirir, ben sınırların kalkmasından yanayım. Kendi dilimi, kendi törelerimi yaşatmak istiyorum fakat bölünerek değil. Aleviyim. Alevilik de dinsel konulara giren bir Alevi değilim. Çağın evrensel yanını dikkate alarak, barışı, özgürlüğü, laikliği, bilimi öne çıkaran ve bunun gerçekleşmesi için çaba gösteren bir Alevilikten yanayım. Cemlerdeki yargılamalarda ırkçılık yoktur. Dedelerimizin söylediği gibi 72 milleti bir görün, bu demokrasinin temel öğesidir.

Acaba neden bu kadar Kürt düşmanlığı yapılıyor?

Sürtüşmeyi halk yapmıyor. Sürtüşmeyi toplumu yöneten egemen güçler yapıyor. Egemen güçler ne kadar toplum birbirine girerse sömürü o kadar devam eder. Geçenlerde bir yazı okumuştum diyor ki güneydoğu da terör hareketi bitmez. Bittiği zaman orada kaçakçılık, esrar da biter, ağalık da biter diyor. Çıkar olan bir yerde toplumlar birbirine düştüğü zaman sömürüyü, baskıyı göremez.

Aşiret nedir?

İlkel yaşam toplumudur. Başında bir ağa bulunur aşirete bağlı toplumlar ağanın denetimindedir. Ağa bunları yönlendirir, çalıştırır.

Balıyan Aşireti nasıl bir aşiret?

Büyüklerimizin anlattıklarına göre 700 yıl önce buraya gelmişler şu anda yerleşim yerleri de buradadır, daha önceleri de Ermenilerin yeri olduğunu bu Ermenilerin bir kısmı Selçuklu devleti döneminde Kayseri bir kısmını Elbistan’a götürüp kendi topraklarına yerleştirip üretim için götürdüklerini. Bir kısmını göçer Türklerin kışın Adana Pamukovası dedikleri sıcak bölgelere yazın yaylaya çıkmalarının nedenleri yol güzergâhı olarak yağmaladıklarını ve bu yüzden kaçtıklarını söylerlerdi. Aşiret tam olarak bir aşiret değil. Balıyan Aşireti değişik aşiretlerden koparak bir araya gelen o isimle kurdukları sistemdir. Onlar gelirken alevi olduklarını söylüyorlar.

Özellikleri nedir, diğer aşiretlerden farkı nedir, inancı nedir?

İnancında fark yok Alevi, bölgelere göre değişik yöntemler uygulansa bile öz aynı. Yazın yaylalarda kışın da kendi köylerine inerlerdi.

Nerelerde yaşıyorlar?

Balıyan aşireti Osmanlı döneminde bir kısmı Selçuklar döneminde Konya’nın Cihanbeyli, bir kısmı Yugoslavya, bir kısmı Suriye’nin sınırında, bir kısmı Ankara Haymana’da yaşarlardı. Fakat Malatya’da kalanlar Alevi, burada kalanlar Sünnileşmişler Konya’dakiler de Sünnileşmiş.

Sizin Ankara yakınlarındaki Karaşar ile ilgili araştırmanızın var.

Karaşar’ı ben hiç görmedim. Eğri Ovası Yaylasına gittim. Köy 1800 rakımlı. 6 yıl belirli aralıkla gittim, geldim çeşitli insanlarla görüştüm, yazılı kaynaklara başvurdum, sözlü anlatımları dinledim. Bunların anlatımlarına göre; Horasan’dan geldik, oğuz Türklerindeniz, dediler. Araştırdım kaynaklara baktım Uygurlarda Karaşar diye beş tane büyük şehir var, bir tanesi de Karaşar. Şarlar, Karalar diye iki kabile vardır. Bunlar önce Konya’ya yerleşmişler sonra göçerek Ankara o bölgeye gelmişler o yazılı kaynakları buldum. Karaşar da okul var, cami var, bunlar Osmanlı döneminde yapılmış. 1890’lardan Abdülhamit Ankara Valisi bilmem Mahmut ne paşa bütün valilere diyor ki, çevrenizdeki Kızılbaş köylerine yönelik ne yapıyorsunuz, diye soru soruyor. Raporda diyor ki, cami yaptırdık ehlisünnet imam verdik, okul yaptık diyor. Köylerin anlatımı ile bu rapor çakışıyor.

Folklor olarak ne gördünüz?

Karaşar’ın zeybeği var. 1945’lerde o yöreye Muzaffer Sarısözen uğramış.

Malatya ile Karaşar’ı karşılaştırdığınız zaman insanlar aynı ama kültürler benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?

Buranın kültürü büyük oranda erozyona uğramış. Atatürk Hacı Bektaş’a uğruyor 1919’da, Karaşarlılar kadın-erkek yüzlerce kişiyle Atatürk’ü karşılamaya geliyorlar. Büyük ihtimalle bunların dedeleri Hacı Bektaş’tan geliyor oraya haber gönderiyor Atatürk’ü karşılayın, diye. Kurtuluş Savaşına 150 kişi ile katılıyorlar. Cumhuriyetin onuncu yılı Beypazarı’nda yapılmıyor Ankara da yapılıyor, Ankara’ya gelip katılıyorlar. Kendileri de söylüyor bizim dedelerimiz Hacı Bektaş’tan gelirlerdi, diyorlar. Gelmemeye başlayınca boşluk kaldı diyorlar.
Büyük çoğunluğu hem Alevi, hem Sünni oluyor.

Öğretmen ve eğitici olarak mücadele verdiniz ama sizin ayırt edici yönünüz direnişçi yönünüz, yani eylemler var. Öğretmenler için, eğitimciler için mücadeleci kimliğiniz var. Bu faaliyetler çalışmalar nasıl oldu?

Demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından birisi de örgütçülüktür. Biçimsel örgütçülük değil, siyasi partiler örgütçülük kapsamına girer. Siyasal baskı altında olan partiler örneğin İran, örneğin Mısır fakat bağımlı partiler, dernekler var onlarda bağımlıdırlar. Oysaki demokrasilerde kitle örgütleri yani çıkarları ortak olan insanlar bir araya gelir örgütlenir, siyasal düşünceleri farklı olabilir ama ekonomik çıkarları, sosyal ve kültürel çıkarları ortak olanlar bir araya gelir örgütlenir. Öğretmen örgütlenmesine 1960’da girdim, daha önceleri Türkiye öğretmenler federasyonu vardı, 1948’de kurulmuştu ama ondan önce de 1920’de bölgesel öğretmen örgütleri vardı.
Federasyonun başına ya milli eğitim bakanı ya da öğretmen kökenli biri getirilirdi.
1960’da köy de öğretmenlik yapan köy enstitüsü mezunlarını kentlere gelince üye olmaya başladı ve federasyonun yönetiminde ağırlıklı oldu. Öğretmen işlevi de değişti. Kültürel etkinlikler, halkın kültürel fonksiyonu nedir bunlar gündeme geldi.
1960’da ilk kez Doğanşehir’de öğretmenler federasyonunun şubesini kurduk yönetici olarak. 1964’te de Malatya nakle geldim hem Türk öğretmenler birliği federasyonunun üyesi olarak hem de 1965’de Türk Öğretmenler Sendikası yeni bir 1961 anayasasında kamu çalışanları sendikalaşma hakkı vardı, yasa 65 de çıktı ve çıkan yasa gereğince örgütlenme başlandı merkezi Ankara’da kuruldu.
1961 anayasasının önceki baskıcı uygulamalarını kabulleniyor ve 1961’in getirdiği hakları göz ardı ediyordu.
Öğretmenler olarak 1969 şubat ayında Malatya’da büyük bir miting yapıldı o miting de konuşmalar oldu. 1969 aralık ayında Türkiye genelinde İLKSEN’le beraber 4 günlük derse girmeme boykotu yapıldı. O dönem 140-150 bin öğretmen sayısı vardı 125 bini boykota katıldı. O zaman çok baskılar yapıldı, öğretmenlerin kıdemi indirildi, sürüldüler, maaş kesilmeleri oldu ama yıldıramadılar. Malatya valisi Sabri Sözer vardı 69 seçimleri yaklaşmıştı, Hekimhan da Adalet Partisi yöneticileri demokrat olan TÖS’ün üyelerini dışlamak için senaryolar başladı. Bunu araştırmaya gittim valiye anlattım. Mezhepsel durum var bu çok olumsuzdur bunu önlemek için sizin alacağınız olumlu demokratik karara biz de destek veririz, dedim.  Sen hangi örgüttensin dedi, Türk Öğretmenler Sendikası, dedim. Türk Öğretmenler Sendikası’nın TÖS olduğunu bilmiyormuş. Bu sendikanın TÖS’le ilişkisi var mı, dedi.  Aynısı dedim, çık dışarı, dedi. Vali misin yoksa parti temsilcisi misin dedik, polis geldi, basına yansıdı, vali öğretmeni tokatladı diye Türkiye genelinde mitingler yapıldı, valiye çok telgraflar çekildi.
1971 de askeri müdahale sonucu beni gözaltına aldılar. Adana’da 3 ay yattım, beraat ettim. 18 Aralık 1972 de Ankara’ya getirdiler 48 gün yapılması neyse yaptılar, iki yıla yakın tutuklu kaldım 74’de çıkan af kanunda dava düştü.
12 Mart müdahalesinde TÖS’ü kapattılar. Fakir Baykurt genel başkandı, tutukluydu. Af çıkınca Fakir itiraz etti affı kabul etmiyorum, dedi. Suç işlediysem cezamı çekeceğim suç işlememişsem aklanacağım dedi ve dava devam etti. Yargıtay beraat kararı verdi TÖS kapatıldı yerine TÖBDER kuruldu.
TÖB DER’in yönetim kurulu üyesiydim hem de Malatya şube başkanıydım hem bölge temsilcisiydim.
1975’in ekim ayında emekli oldum.
Maden ocaklarında işçi olarak çalıştım, DİSK’e bağlı maden sendikasında örgütlenmeye başladık daha sonra karayolları 8. Bölge de mevsimlik işçi olarak çalıştım.

Bu yapılanlarla ilgili emekçilerle temaslarınız oldu. İşçi ve köylüleri gördünüz daha iyi anladınız, devlete örgütlenmeyi engelliyor diyoruz ama halkımız da örgütlülüğün bilincini diğer toplumlar kadar kavrayamadı bence siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

 Halk halen cumhuriyeti kutluyor. Fakat gelişim değişim yönünde çok adım atılmadı. Halk kültürel yönde gelişmediği için haklarını bilmiyor. Halkı bu bilinçsizlikten kurtarmak için demokratik bir eğitim verilmedi bunlar köy enstitülerinde veriliyordu.

Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar, diye bir kitabınız var. Bu araştırmanızda neyi ortaya koymaya çalıştınız?

1978’de Malatya belediye başkanı Hamit Fendoğlu, gönderilen bomba sonucu gelini ve iki torunu parçalandı çok acı bir olaydır. Bomba Ankara Emek Postanesi’nden 4 tane gönderiliyor. Birisi Pazarcık belediye başkanı Memiş Özdal, kendisi Alevi, birisi Hamit Fendoğlu’na, birisi Adana’da doğulu bir çevresi olan zengin iş adamına diğeri de Adıyaman emniyet müdür yardımcısına gönderiliyor.
1978’de Sivas’ta yapıldı ben yine oradaydım onu da yaşadım. Maraş olaylarından orayı da gördüm. Bunların yazılması lazım diye düşündüm.

Bu katliamlar niçin yapılıyor?

Katliamların halkla ilgisi yok. Profesyonel grubun işidir arkasında güçler var.

Alevi Örgütlülüğünün Tarihsel Süreci isimli bir kitabınız var, detayları ile alalım. Aleviler örgütlenmeye ne zaman başladı?

Alevi toplumunun kültürel yapısı, töreleri, düşünsel yapısı Anadolu uygarlıkları üzerine kurulmuş çok mozaikli bir kültür. Bunu kabullenmeyen demokratlaşma sürecini o dönemin koşulları neyse ona göre bir ilerleme var. Sürekli baskı altında tutmuşlar.

Alevi örgütlülüğünün genel özellikleri nedir?

İki gruba ayırmak lazım. Sivil örgütlenmeler, demokratik örgütlenmeler. Köy dernekleri sivil örgütlenmelerdir, düzenli irtibatı vardır ama çıkara dayalı demokratik yanı yoktur. Demokratik örgütlenmeler de toplumun çıkarlarını korurlar. Alevi örgütlenmeleri demokratik kitle örgütlenmeleri değildir. 1957’de Cahit Caka diye bir generalin denetiminde Cumhuriyet Partisi kuruluyor, kongresini yapamadığı için kapanıyor. 1965’de Hasan Tahsin Berkman Birlik Partisi’ni kuruyor sonra Hüseyin Balabanlıyı getiriyorlar sonra Mustafa Timisi geldi, arkasından baktılar ki Aleviler bölünmüyor Milli Nizam Partisi’ni kurdular.
71 müdahalesinde Necmettin Erbakan İsviçre’ye kaçtı o zaman General Turgut Sunalp’tı Erbakan’ı getirttiler Milli Selamet Partisini kurdular.

Alevi örgütlülüğü büyük sancılar geçirdi, dernekler kurdular, vakıflar biraya geldi, federasyonlar kuruldu. Hacı Bektaş temelini model alan bir örgütlenme modeli ön plana sürülüyor, Hacı Bektaş Dergâhı olmadan bu örgütler bir araya gelemiyor. Alevi örgütlülüğü Alevi temelinin önüne ufuklar seremedi, Alevi kurumları başarısız çünkü topluma ufuk açamadılar.

Konum ne olursa olsun o konuya inanmamışsan o iş gelişmez, inanarak yapmak lazım. Alevi örgütünün yöneticileri Aleviliğe inanmışlardır. Alevi örgütlerinin çoğu devletten yardım istiyor fakat ilişki kuruyor acaba hangi partiye milletvekili sokabilirim ya da hangi partiden meclis üyesi olabilirimin peşindeler.  Köyden kente gelişin kentteki kurnazlığıdır. Kültürel bir araştırma yok, töre gelenekleri araştırma da yok. Çağın değişimini yapacak kültürel değişim yok. Banaz’da  (Sivas) etkinlik yapılıyor adam gelmiş kırmızı bayrağını asıyor slogan atıyor, burada halk var sen bu halkın kültürünü, yapısını biliyor musun, halk seni kabul ediyor mu?

Size saatlerimizi ve günlerimizi ayırmamız gerekiyor. Bugünlük sizi çok fazla yormayalım. Umarım başka söyleşilerde diğer konuları dile getiririz. Törenlere gittiniz oradaki izlenimlerinizi, öğrenciler geldi burs aldılar, Pir Sultan Abdal Derneği’ndeki gelişmeleri 2 Temmuz Pir Sultan gelişmeleri ve diğer konulardaki detaylı bilgiler ve başka çalışmalarınızı başka zaman alırız. Şimdilik bu kadarla yetinelim.

Demokrasi, laiklik, özgürlük, barış olduğu ortamda dinsel, ırksal, bölgesel çelişkiler olmaz. Bütün mesele de buradan çıkıyor.
Size de iyi günler, kolay gelsin size de…

Bu söyleşi 28 Ekim 2006 tarihinde 2 Temmuz Pir Sultan Abdal Vakfında (Kızılay, Ankara) gerçekleştirilmiş, 25 Nisan 2014 tarihinde düzenlenmiş, Berfin Bahar dergisinde ve 14 Temmuz 2014 tarihinde Erenlerin İnsanlık Yolunda Ayhan Aydın sitesinde yayınlanmıştır. Ayhan Aydın'ın izni ile sitemizde yayınladık.


Emel Sungur’dan Ayhan Aydın’a…

Ayhan can birlikte geçirdiğimiz Pir Sultan Abdal Derneği süreci ve o yıllar Alevi örgütlenmesi için en önemli ve eksikliklerimize rağmen en başarılı yıllardı,unutuldu her halde mitinglerde 1 meslek odası temsilcisi, 1 sendikacı ve 1 Alevi örgütü PSAKD'nin alanlarda konuştuğu yıllardı. yıllara dayalı muhabbetimiz Nedim ağabeyle Ankara'dan İstanbul'a gitsen de devam etti yazdığın mektupla ne güzel ifade etmişsin Nedim ağabeyimizi teşekkürler.

28 Nisan 2014, Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder