28 Mayıs 2014 Çarşamba

Sayın Süleyman Özerol, Değerli Meslektaş, Özverili İnsan

Sayın Süleyman Özerol, 

Değerli Meslektaş, Özverili İnsan,

Sayın Ümit Sarıaslan'ın "Dirençli Eğitimci Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu" kitabımız için 12 Kasım 2009 günü gönderdiği kısa ama özlü mektubunu ilk kez paylaşıyorum. 
Sayın Şahhüseyinoğlu'nu saygıyla anarken Sayın Sarıaslan'a teşekkür ediyorum.

    Ümit SARIASLAN
    PK: 11 Yenişehir
    06442 ANKARA


         Sayın Süleyman Özerol, Değerli Meslektaş, Özverili İnsan,

      Fakir'i anma etkinliğinde saygın büyüğümüz Nedim Öğretmen kitabınıız bana da verdi. Öğretmen haritamızın en çalışkan, özveriyi özümsemiş; alçakgönüllü yaratıcızı; kalem adamı kurumsallaşmış adı Şahhüseyinoğlu "yaşarken" ne iyi ettiniz de bu işi kotardnız.

      "İyi insan iyi yurttaş" öğretmeniize bir hemşeri ve meslektaşı olarak gösterdiğiniz ilgi ve sevgi için size çok teşekkür ederek.

      Gıyabınızda kendisine sağlık esenlik dileyerek...


12 Kasım 2009, Ankara

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Onurlu Direniş-Çileli Yaşam

ŞAHHÜSEYİNOĞLU KİTAPLARI: 5

Onurlu Direniş-Çileli Yaşam

     Şahhüseyinoğlu’nun mesleki ağırlıklı anılarını dile getirdiği bir kitap. Kitapta karşılaştığı zorlukları-sorunları, çözümlerini, örgütsel çalışmalarını, uğraşı arkadaşlarını ve anılarını, halkla ilişkilerini, gözaltına alınma olaylarını ve hakkında açılan davaları belgeleriyle açıklamaya çalışır. 
            
         Kitaptan alıntı yapılan yazı:

“Anlat Hocam”

Halit Ertaş, Malatya’da Gazi İlkokulunda yönetici iken, 9 Nisan 1980 günü cadde üzerindeki evinin önünde vurulur, kızının kollarında can verir. Katil, elini-kolunu sallayarak çevresine bakına bakına kaybolur, bulunmaz!
Milli Eğitimin sahip çıkmadığı cenazesini arkadaşları Elazığ ili Ağın ilçesinin Saraycık köyüne götürerek toprağa verirler.
Mezar taşına şu iki dize yazılır:

“Halkım için yaşadım
Halkım için öldüm”

Saraycık, Saracık, Halit!
Bunlar bana 1995 yılında Radyo Fon’un düzenlediği şiir yarışmasında halk şiiri dalında birinci olan Mikdat Dehmen’in şiirini anımsattı. Keban’ın Nimri köyünden olan Dehmen, ödülünü almak üzere geldiğinde görüşmüştük. Şiiri, ölümünden oldukça etkilendiği Halit Öğretmen için yazdığını söylemişti.
Okulların açılması üzerine Halit Ertaş’ın anısına şiiri tüm öğretmenlere, YORUM okurlarına armağan ediyorum.

      Saracıklı Öğretmen Halit’e...

Anlat hocam sosyal yapıyı anlat
Anlat ki köylüde kalmadı takat
Sana işkence yaparlar fakat
Gerçeği demekten geriye durma

Türkçe bilmeyen de öğrensin varsa
Bin sözden bir tekini de anlasa
Beni sürseler de Ardahan Kars’a
Gerçeği demekten geriye durma

Çar penç de özel sayı arama
Paralı parasız ayı arama
Gelip Ankara’da dayı arama
Gerçeği demekten geriye durma

Sen büyük ağabeyimiz hocamız Halit
Doktor gelmiyor hastaya sen git
Tifüs neden gelir neden olmuş bit
Gerçeği demekten geriye durma

Ve anlat veremi gıdasız kimdir
Köyde kocakarı neden hekimdir
Bu çürük sisteme kimler hâkimdir
Gerçeği demekten geriye durma

De ki medreseler kimin altında
Neden yağ çok patronların partında
Hamal nasıl insan semer sırtında
Gerçeği demekten geriye durma

Eti sütü yumurtayı veren kim
Ağustosta ekinleri deren kim
Hal böyleyken sefaleti süren kim
Gerçeği demekten geriye durma

Tamam hocam ağrıtmayam başını
Yavan ekmek ile bulgur aşını
Kim çektirir kerpetenle dişini
Gerçeği demekten geriye durma 

Hocam ümidini kesme hayatta
Hilmi’yle Hamdi’yi yanına kat da
Sizlere destektir şair Mikdat da
Gerçeği demekten geriye durma *

* Süleyman ÖZEROL: “Anlat Hocam”,  Malatya Yorum Gazetesi, 21 Eylül 2004; Kör Zöhre’nin Keçisi, Radyo Fon Yayını, Öz Gayret Matbaası, Malatya 1995, s. 12. Girişteki alıntı H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun “Onurlu Direniş-Çileli Yaşam” adlı kitabından yapılmıştır.

S. ÖZEROL: Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, Ürün Yay. Ankara 2009, s. 133

22 Mayıs 2014 Perşembe

Şahhüseyinoğlu, "Köy Enstitüleri ile halkın aydınlatılması amaçlanmıştı"

Şahhüseyinoğlu, "Köy Enstitüleri ile halkın aydınlatılması amaçlanmıştı"
***
Süleyman ÖZEROL

         Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu ve Emel Sungur ile 2 Temmuz Vakfı'ndan indiğimizde Nihat Bey de geldi ve GMK Bulvarında bayan sürücü Gülen Temur arabası ile bizi Keçiören İncirli semtinde bulunan Ankara Eğitim Sen 3 Nolu Şubeye vardığımızda saat 18.00 olmuştu. Sendikanın bahçesinde oturduk, sohbet ettik. Akçadağ Köy Enstitüsünü bitirmiş ve bugüne dek 19 kitap yayınlamış olan H. Nedim Şahhüseyinoğlu sendika şubesi salonunda“Cumhuriyet Dönemi Aydın Kimliği Köy Enstitüleri” başlığı altında bir konuşma yapacaktı.
         17 Nisan 1940 yılında kurulan ve on yıl sonra da kapatılan köy enstitülerinin kuruluşunun 74. yılını tamamladığı bu günde Eğitim Sen Ankara 3 Nolu Şube tarafından hazırlanan etkinlik sendika yazmanı Güler Temur’un sunumu ile gerçekleştirildi.
         Eğitim Sen Ankara 3 Nolu Şube Başkanı Fevzi Yılmaz yaptığı konuşmada konuklara “hoş geldiniz” diyerek köy enstitüleri hakkında kısaca bilgi verdi ve ardından köy enstitüleri ile ilgili bir gösteri sunuldu. Gülen Temur, Süleyman Özerol’un Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu ile ilgili olarak hazırladığı kitaptan yazarın yaşam öyküsünü okudu. Kitabın yazarı Süleyman Özerol ile Şahhüseyinoğlu’nun “Beni dik gömün” diye vasiyette bulunduğu Emel Sungur’un da salonda bulunduğunu belirtti ve Şahhüseyinoğlunu konuşmasını yapmak üzere kürsüye çağırdı.

         Köy Enstitülerindeki uygulamalar hakkında...

         Köy Enstitülerinin unutulmayanlardan, hakkında dünyanın birçok ülkesinden bilim adamlarının araştırma ve incelemeler yaptığı cumhuriyetin kurumlarından biri olduğunu; günümüze göre değil zamanına göre değerlendirilmesi gerektiğini belirten Şahhüseyinoğlu, konuşmasını enstitüler dönemi ile bu günleri karşılaştırarak sürdürdü. Konuşmadan bazı bölümleri ana hatları ile sunuyorum.
         Cumhuriyet döneminde halkın büyük çoğunluğu köylerde yaşıyordu ve okuryazar değildi. Okuryazar olanların büyük bölümü de dinsel eğitim almış, ümmetçi bir yapıya sahipti. Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyet devrimi ile bu halkı aydınlatmayı amaçlıyordu. Elbette ki hala eski yönetimi isteyenler de vardı.
         Köy Enstitülerinin eğitim düzeni üretim eğitimine göre kurulmuş ve ülkemizin bölgesel özellikleri dikkate alınarak yapılandırılmıştı. İkinci paylaşım savaşı koşullarında, kıtlık döneminde kurulan 21 köy enstitüsü üretim için eğitimi amaçlamıştı.
         Yalnızca okuma yazma değil çocukları, hayvanları, bitkileri yetiştirmek ve eğitim ile ilgili daha birçok konuda programlar hazırlanmıştı. Karadeniz’de balıkçılık, Ege’de üzüm ve zeytin, Akdeniz ve Ege’de narenciye, Doğuda hayvancılık konularında üretime ve pazarlamaya, köylüyü kazandırmaya, kalkındırmaya yönelik çalışmalar da vardı.
         Demircilik, marangozluk, dikiş, yemek, sağlık gibi temel konular ve becerilerle yetiştirilen öğretmenlerin köylüye yararlı olması amaçlanmıştı.
         Özellikle halk oyunları, türküler ve benzeri konularla bölgelerarası kültür iletişimi ve kaynaşmasını sağlıyordu enstitüler.
         Öğretmenlerin gittiği köyleri aydınlatması, derleme ve araştırmalarla coğrafi, tarihsel, kültürel konuların derlenmesi ve kültür haritası çıkarılması hedeflenmişti.
         Okuma alışkanlığı kazandırılması... En önemli konulardan biri buydu. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerindeki kitap düşmanlığını anımsayınız. Öğretmenler kitap oku ve özetle diye çocuklara ödev veriyorlar, “politik olmasın” diyorlar. Kitap politiktir, çünkü belli düşüncelere göre yazılmıştır.
         Köy Enstitülerinde okul başkanı müdür yardımcısı ile aynı yetkilere sahipti, yönetim toplantılarına katılıyor ve kararlarda söz hakkı vardı. Şimdi bir öğrenci düşüncesini söylemeye kalksa polis, hatta MİT’e kadar uzuyor konu...
         Düşünceyi tanımak, uzağını ve tuzağını görmek önemli…
         Halk ile ilişkileri doğrudandı, paylaşım vardı. Köy düğünlerine ekipler gönderilirdi, uygulamalar köylerde yapılırdı.
         Köy Enstitülerinin kapatılması ve yasaklar...
         Bütün bunlar sürerken Köy Enstitüleri kapatıldı.
         Niçin kapatıldı?
         Köy çocuklarının okumaması için...
         Halkı baskı ve kontrol altında tutmak yeni bir konu değil. Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Halk ayı gibidir, serbest bırakırsan, sahibine de saldırır” diyerek halkı ayıya benzetir. Bugün de böyle düşünülüyor ve halka baskı uygulanıyor.
         Dünya üç bloğa ayrılmıştı. Kapitalist, sosyalist ve bağımsız... Türkiye kapitalist blokta yer aldı. DP, Kore’ye asker gönderdi, karşı çıkanlar vatan haini ilan edildi. Başarısızlıklarını gölgelemek için 6-7 Eylül olaylarını düzenledi.
         Halkın kültürel yapısını inceleyen, araştıran, derleyen Halkevleri kapatıldı.
         Yüksek Öğretmen Okulu kapatıldı.
         TÖS kapatıldı.
         TÖB-DER kapatıldı.
         Öğretmen okulları kapatıldı.
         EĞİTİM-SEN kapatılmak isteniyor...
         Her şey yasaklanıyor, adı da ileri demokrasi oluyor.
         Öğretmenlerin sorumluluğu...
         Bütün bunların yanında öğretmenlerin de sorumluluğu var...
         Öğretmenler okumuyor ne yazık ki...
         Öğretmen okumalı, dimdik durmalı. Özellikle de dünyayı, gidişatı ve halkı iyi tanımalı.
         Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu konuşması boyunca anılarından ve yaşantı örneklerinden, fıkralardan örnekler verdi. Bunlardan Bozuk Düzende Yaşam kitabında ve hakkında yazılan Dirençli Eğitimci Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu kitabında yer alan birini örnek olarak veriyorum.
         
         Talaş ve Kadayıf

         Akçadağ Köy Enstitüsünün birinci sınıfında öğrenciydik. Okulun tüm sınıfları, birer hafta nöbet tutarlardı. Okulun nöbet sırası bizim kümedeydi. Öğle yemeğine gittiğimizde, karavana içinde bir yemek türü vardı. Kuru ve tel tel idi. Talaşa benziyordu. Böyle bir yemeği ilk kez görüyorduk. Ne olduğunu tartışırken, bina nöbetçisi Bekir Aslan geldi. Ve “Aman yemeyin, marangoz atölyesinden bu talaşı telisle ben getirdim. Yarısını binaların koridoruna bıraktım. Geri kalan yarısını da mutfağa götürdüm. Bu yemek o talaştır” dedi.
         Nöbetçi, arkadaşlarımızla birlikte kaşıklarla tabaklara vurmaya, bağırmaya başladık. Diğer masalardaki ağabeylerimiz bakıp gülüyorlardı. Bize, “arkadaşlar buna kadayıf denir, bakın biz yiyoruz” diyorlardı. Ne mümkün, bağırmaya, tepki göstermeye devam ettik.

         Program sonu...

         Program sonunda sorular yanıtlandı. Şahhüseyinoğlu’na teşekkür edilerek çiçek sunuldu. Şahhüseyinoğlu kitaplarını imzaladı.
         Şube Özlük İşleri Yazmanı Tahir Göktürk bağlaması ile türküler çalıp söyledi. Süleyman Özerol’un Arguvan türküleri çalıp söylemesi ile program sona erdi.

Fotoğraf Galerisi:
http://blog.milliyet.com.tr/sahhuseyinoglu---koy-enstituleri-ile-halkin-aydinlatilmasi-amaclanmisti-/Galeri/?GaleriNo=25905

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Köylünün Güneşi

ŞAHHÜSEYİNOĞLU KİTAPLARI: 4
Köylünün  Güneşi 

Köy enstitülerinin kuruluş aşamasını, amaç ve ilkelerini, çalışmalarını, halkla ilişkilerini, bir güneş gibi köylülerin üzerine doğarak onları aydınlattığını; neden kapatıldığını anılar ve gözlemlerle anlatmaktadır. Gayret Gazetesi yazarı Mehmet Kendirli, Akçadağ Köy Enstitüsü’nü yakından izler ve izlenimlerini şöyle dile getirir...“Malatya’nın 30 km. batısında bulunan Akçadağ ilçesine bağlı bu küçük arazi parçası genç ve çalışkan öğrencilerle müdürlerinin ölmez ve unutulmaz bir anısıdır. Yılmadan, yorulmadan, bıkmadan çalışmışlar. On binin üstünde meyveli, on binlerce meyvesiz ağaç yetiştirilmiş. Dikenli ottan başka bir şey bitmeyen bu toprakta, bugün her türlü sebzesiyle 800 kadrolu bir enstitünün gereksinimlerini karşılayacak durumdadır. Her yıl binlerce lira kazanç sağlanmaktadır.

Öğrenciler bir yıllık ders süreci içerisinde durmadan çalışırlar. Kendi tarlası, kendi öz mallarıymış gibi emek verirler. Öğrenmek, öğretmek istedikleri tunçlaşmış yüzlerinde pırıl pırıldı. Onlar suyun, havanın, güneşin çocuklarıdır. Gözlerinde keskin bir zekâ, yüzlerinde onur seziliyordu. Tam anlamıyla yetişmiş, yetişmeleri için her türlü güçlüklere katlanmıştır. Yarının dayanağı gençlerini, gene yarın için kutlamak ve değer vermek en kutsal ödevimizdir...” 24
_______________________________________________________________________
24 Köylünün Güneşi, s. 82; Gayret Gazetesinin 4 Haziran 1949 tarihli sayısından...
S. ÖZEROL: Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, Ürün Yay. Ankara 2009, s. 131

18 Mayıs 2014 Pazar

Kürecik

ŞAHHÜSEYİNOĞLU KİTAPLARI: 3
Kürecik

Kürecik, Malatya ili Akçadağ ilçesine bağlı 22 köyden oluşan bir bucaktır. Bu bölgede yaşayan halk da “Kürecik Aşireti” olarak adlandırılır. Köyler, tamamen dağlık bölgede bulunur. Bu nedenle hayvancılık temel geçim kaynağıdır. Diğer yandan, halkın bir bölümü de gurbetçidir. Kürecik aşireti, tarihsel süreçte Osmanlının baskı ve katliamları ile karşılaşmış, bu nedenle de yedi kez başkaldırmıştır. Her başkaldırı olayında yüzlercesi binlercesi öldürülmüş, sürgün edilmiştir. Şahhüseyinoğlu, Balıyan Aşireti gibi Kürecik Aşiretini de çeşitli yönleriyle araştırmış, incelemiş ve bu yapıtı ortaya koymuştur. 

O. Nuri POYRAZOĞLU

Kürecik 

“Emekli öğretmen/yazar H. Nedim Şahhüseyinoğlu Malatya yöresinde yaşayan Balıyan Aşiretiyle ilgili derlediği bilgi ve belgeleri, “Malatya Balıyan aşireti” adı altında kitaplaştırdı. Bu tür monografik çalışma olan kitaptaki veriler; Balıyan Aşiretinin yaşlılarıyla görüşülerek; tarih kalıntıları incelenerek; Balıyanlılar’ın türküsü, öyküleri, fıkraları derlenerek; gelenekleri görenekleri öğrenilerek derlenmiş; yazarın kıt olanaklarıyla kitaplaştırılmış.”
Şahhüseyinoğlu’nun söz konusu kitabı, Öğretmen dünyasında (Aralık 1991, Sayı: 144) böyle başlayan bir yazıyla tanıtılmıştı. Şahhüseyinoğlu, benzer bir yöntemle oluşturduğu benzer bir kitapla yine karşımızda: Kürecik (Sanat Yapım Yayıncılık, Ankara 1993/168 sayfa/İsteme adresi: Özveren sokak 16/14 Demirtepe 06570 Ankara).
Böylesi monografik çalışmalarda yöntemler (metodoloji), yazardan yazara kimi farklılıklar gösterir. Şahhüseyinoğlu, topladığı bilgi ve belgeleri nasıl bir sırayla sunmuş, görelim.
Selçuklu ve Osmanlı dönemleriyle Kurtuluş Savaşı Yılları ve cumhuriyet yönetiminde3ki Anadolu halkının “yaşam yazgısı”nın anlatıldığı birinci bölümde kürecik bucağının coğrafyası ve tarihiyle ilgili bilgiler verildikten sonra Kürecik halkının kökeni anlatılmaktadır. “Kürecik’te Toplumsal Olaylar” başlığı altında verilen sekiz değişik olay, kitabın “ibretle” okunacak sayfaları arasında. Öteki bölümler de öyle: “Sosyal Durum” başlığı altında aile yapısından kadın etkinliğine, giyimden konuta kadar uzanan Kürecikliler’in toplumsal durumu saptanmış. “Kültür Durumu” başlığı altında Kürecikliler’in çıkardığı gazeteler; Kürecik yöresinin fıkraları, şiirleri, ünlü sanatçıları; hıdrellezden kirveliğe, yağmur duasından ölüm törenlerine değin pek çok gelenek ve görenek canlı bir dille veriliyor.
Yazar, nedense “İnançlar”ı ayrı bir bölümde anlatmayı uygun görmüş. Bu bölümde Alevilik, görgü (ayin-i cem), inanç motif ve kültleri, dedelik (seyitlik) gibi kavramların yansız bir tutumla açıklandığını görüyoruz.
Tanıtımımıza renk katmak için bir de alıntı yapalım. Güncel bir konuda Kürecik’in yaşlılarını konuşturalım: “Biz Türk’üz diyoruz. Güvenlik soruşturmalarında “bunlar Kürt ve Alevidir” deniliyor. Bu yüzden kimilerine pasaport, kimilerine iş verilmiyor. Kürt’üz diyoruz. Bu kez “Siz dağ Türklerisiniz. Kürt demekle bölücülük yapıyorsunuz” diyerek soruşturma açıyorlar. Şaşırdık ne olduğumuzu. Ancak yüzyıllardan beri kuşaktan kuşağa aktarılarak anlatılanlardan kültürümüzün, dilimizin, geleneklerimizin Kürt olduğu görülür. Duyduğumuz, bildiğimiz böyle… (s. 43)
Fotoğraflarla, haritalarla, şiirlerle, sayısal verilerle zenginleştirilmiş bu özgün çalışması için Şahhüseyinoğlu’na ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu arada, kitaba katkılarını görürü gibi olduğum yayımcı (editör) öğretmen /ozan İsmail Gençtürk’e de teşekkür etmeyi gerekli görüyorum.
Hey, öğretmen arkadaşlar! Şahhüseyinoğlu’nu örnekseyerek, görev yaptığınız köylerin, kasabaların benzer monografilerini hazırlasanıza… 21
______________________________________
        21
Öğretmen Dünyası Dergisi, Sayı: 162, Haziran 1993, Ankara

S. ÖZEROL: Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, Ürün Yay. Ankara 2009, s. 125

Hekimhan Dağlarında 335 Gün İşçilerin Direnişi

ŞAHHÜSEYİNOĞLU KİTAPLARI: 2
Hekimhan Dağlarında 335 Gün İşçilerin Direnişi

Emekli olduktan sonra kireç ocağı ve maden ocaklarında işçi olarak çalışan Şahhüseyinoğlu, Malatya-Hekimhan ve Hasançelebi greviyle ilgili çalışmaları, halkın ve demokratik kitle örgütlerinin ve basının desteğini; siyasi iktidarın engel ve baskılarını belge ve canlı tanıkların anlatımıyla, Hekimhan Dağlarında 335 Gün İşçilerin Direnişi adıyla kitaplaştırır. Kitap, konuyla ilgili önemli ve derli toplu tek kaynak sayılır.

Mahmut Makal: “Emeğe Saygı”

İnsanlığın gerçek tarihi emeğin tarihidir. Emekçi ve onun emeği, toplum yaşamının ve gelişiminin temel öğesidir. Üretim eylemini oluşturan emek yaşamın kaynağıdır. Üretim güçlerinin canlı ve düşünen öğesi ise işçidir. Ama, işçinin emeğinin bir sömürü ve yıpranma aracı olma yerine bir mutluluk kaynağı haline dönüşmesi gerekir…
Kapitalistlerin ve emekçinin kişilikleri değişiktir. Üretim araçlarına sahip olamayan emekçinin, emeğinden başka dayanağı yoktur. Bunun bilincine varması, içinde bulunduğu koşulları anlaması, sömürüyle savaşımında gerçek insana özgü nitelikler kazandırır ona: örgütlenme inancı ve örgütçülük, disiplinlilik, yiğitlik, metinlik ve insanı baskı altına alan, aşağılayan bir şeyden nefret…
Günümüzde küresel bilinçlenme artarken, ilerici anlayış yayılmakta ve böylece uyanmanın toplumsal dayanağı genişlemektedir. Bu gelişim sürecinde işçilerin bilinci de artmakta, kapitalizmin oyunları konusunda yararlı deneyimler kazanmaktadırlar. Çalışan kesim, haklarını elde etme yolunda yürümekte, aslında doğal hakları olan ama tarihsel süreç içinde bilek ve kafa gücüyle elde ettiği grev, gösteri, parlamento kürsüsü, radyo, basın sayfaları, bildiri ve tartışmalı konferanslar gibi silahlardan yararlanmaktadır.
İşçi kesiminin ekonomik istekler uğraşısı, köklü toplumsal ve politik değişimler uğraşısına sıkı bağlarla bağlanmaktadır. İşçi kesiminin yürüttüğü hareketin dayanağı toplumsal temel de çağımızda gittikçe genişlemektedir. Köylü yığınları, esnaf, küçük tüccar, orta halli memur ve emekçi aydınlar da sömürüldüklerini anlamaya ve haklarını aramaya başlamışlardır. Çünkü çeşitli ülkelerdeki köylüler köylerini terk ederek yığınlar halinde koca kentlere akın etmekte ve işsizle ordusuna katılmaktadır. Yerlerinde kalan küçük mülk sahibi köylülerse, bin bir yoksulluğa katlanarak borç harç içinde parça buçuk tarlalarında tutunmaya çalışmaktadırlar. Bu durumda, çalışanların tabanı genişlemektedir. Bugün, işçi ve köylü örgütleri birçok ülkede omuz omuza çalışmaktadır. Görülüyor ki, işçi kesimiyle birlikte köylülerin, aydınların, küçük burjuvazinin çıkarları iç içedir. Hakların alınması ise, daha önce elde edilmiş yasal silahların kullanımıyla gerçekleşecektir.
Sözü Şahhüseyinoğlu’nun yapıtına getirmek istiyorum:
Bu yapıtta, Hekimhan’ın altı maden dolu dağlarında, Hasançelebi bölgesinde uygulanan ilginç bir grevin öyküsünü okuyacaksınız. Yapıtın yazarı, aynı zamanda sendikanın şube başkanıdır. Başlangıcından sonuna kadar tam 335 gün grevin sorumlu yürütücüsüdür. O yüzden, yazdıkları, işçi arkadaşları ve köylülerle birlikte yaptığı gerçeklerdir. Burada anlatılanlar, yukarıdan beri söylediklerimizi doğrulamakta, Türkiye işçi sınıfının tarihine dikilen bir anıtın öyküsü olmaktadır. Yapıt boyunca, örnek bir halk dayanışmasını heyecanla izleyecek ve “Bu halkla her şey yapılır ama onlara yaraşan yönetici gerekir” diyen yabancılara hak vereceksiniz. Bilinçlenmeye başlayan işçileri tanıyacaksınız. Bu bilinçlenmeye, bu dayanışmaya, halkın da anlayışına ve gücüne saygı duyma, onu destekleme, böyle bir halkla övünme konumunda olanlarınsa, oynadıkları küçük oyunlar içinde iyice küçüldüklerini göreceksiniz…
İnsanlığın ana ereği, kendi sorunlarına sahip çıkabilmektir. Kurtuluşun oradan geleceği bilinir. Bunun adı gerçek demokrasidir. Kapitalist çıkar çevrelerinin geciktirmeye, yozlaştırmaya çalıştıkları da işte bu demokrasidir. Kafasıyla gönlüyle insanlığın gelişmesinden yana olan çağdaş insanın gönlüne girecek, içini umutla dolduracak bir yapıtla karşı karşıyayız. Bu umutla halka güvenmenin, halkın verdiği güvenin umududur…
Yorulmaz savaşımcı Şahhüseyinoğlu’nun büyük bir emek ve çaba sonucunda oluşturduğu bu yapıt, emeğin, dolayısıyla işçi sınıfının tarihine büyük bir katkıdır. Kendisini kutlarken, bu yapıtı okuduktan sonra dilime dolanan rahmetli Celal Vardar’ın bir sekizliğiyle sonluyorum sözlerimi:

Ben halkım
Yarı aç yarı tokum
Yalanda talanda yokum
Bin yıllık yurdumda
Yalınayak, işsiz
Okulsuz çocuklarım
Ben halkım
Sevmiyorsanız korkun! 14




14 Mahmut Makal’ın 23 Mart 1992 tarihinde kitaba yazdığı önsöz.
S. ÖZEROL: Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, Ürün Yay. Ankara 2009, s. 115

Anadolu Kültür Mozayiğinden Bir Kesit; BALIYAN






ŞAHHÜSEYİNOĞLU KİTAPLARI: 1

Anadolu Kültür Mozayiğinden Bir Kesit; BALIYAN


H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun da mensubu olduğu; Malatya’nın Doğanşehir, Yeşilyurt ve Akçadağ yörelerini kapsayan alanda 21 köyden oluşan “Balıyan Aşireti”nin tarihsel gelişimi, toplumsal-kültürel ve ekonomik yapısını, sanatını folklorunu konu edinen ilk çalışmasıdır.

Kitabın Arka Kapağında Yer Alan Yazı

Beş yazardan değerlendirmeler kitabın ikinci baskısının arka kapağında yer almıştır.
“Şahhüseyinoğlu, hem üniversitede yapılacak bir işi dışarıda yapmış… Alevi topluluğunu bize tanıtıyor. Dinde, ekonomide, tarihte, coğrafyada, törede ve mizahta Balıyan’ın dünyasına giriyoruz.” 
İlhan SELÇUK, Cumhuriyet,  27 Ekim 1991

“Bu tür çalışmalara olan ihtiyacımız fazla. Sizin gibi Türkiye’mizin mahalli kültür zenginliklerini hem o yörenin halkına, hem de bizlere tanıtan sorumluluk sahibi insanları her zaman takdir etmeye çalıştım.” 
Prof. Dr. Ahmet Yaşar OCAK

“Eser orijinaldir. Yurdumuzda bu alandaki yayınlar bir elin parmakları sayısınca azdır… Çalışma böyle olur.” 
Kutlu Özen

“Kitap çok yönlü, geniş bir bakış açısına sahip, tarihsel olgulara belge ve tanıklarla yaklaşan çok değerli bir inceleme kitabı… Sadece Malatya’ya değil, genel olarak halk kültürümüz, yakın tarihimizle ilgi duyanların da kesinlikle okumaları, edinmeleri gereken bir kitap…” 
Kubbedağı Dergisi

“Günümüzün en yakıcı sorunlarına, son derece içeriden bir bakışı gerçekleştiren ve Doğu Anadolu gerçeğinin çok önemli bir unsurunu son derece ayrıntılı bir biçimde inceleyen bu eseri tarihi, sosyal ilişkilerin zengin ayrıntılarına meraklı okuyucularımıza olduğu kadar, folklor ve halk edebiyatına ilgi duyan herkese öneriyoruz.”  
Tevfik Taş, Gerçek Dergisi

S. ÖZEROL: Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, 
Ürün Yay. Ankara 2009, s. 98

16 Mayıs 2014 Cuma

Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu” ve Sonrası


Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu” ve Sonrası

Süleyman ÖZEROL

Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu ile ilgili olarak hazırladığım, “Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu” adlı kitaba önsöz olarak 21 Şubat 2008 tarihinde şunları yazmıştım.

2001 yılından buyana yaklaşık yılın yarısını Ankara’da geçiriyorum. Malatya’daki çalışmalarımı daha çok burada düzenliyorum. Bunu yaparken derleme ve araştırmalarımı, etkinliklerimi de sürdürüyorum elbette. H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun Ankara’da yaşaması, onunla ilgili birçok yazım olması ve Malatya Gönüllü Kültür Adamları dosyamı sürdürmem gibi nedenlerden dolayı onunla ilgili bir kitapçık oluşturdum. Bu kitapçığın önsözüne 9 Mayıs 2006 tarihinde şunları yazmıştım.
“1988 yılında Malatya’da Gazi İlkokulunda Alt Özel Sınıf Öğretmeni iken tanıştığımız gazeteci Dinçer Ergenekonlu’ya ‘Yenilenen Köy Ballıkaya’ adı çalışmamın sözünü edince, ‘Getir, H. Nedim Şahhüseyinoğlu ağabeyimiz hele bir incelesin’ dedi. Hamle gazetesinde H. Nedim Şahhüseyinoğlu ile görüştüğümde, çalışmamı Görüş Gazetesinden Celal Yalvaç’a incelemek üzere verdiğini söyledi. Birlikte Kazancı İş Hanına, Celal Yalvaç’ın bürosuna gittik. Orada,  bugün birçoğu aramızda olmayan birçok kişi vardı. Tanıştık ve çalışmamı incelemekte olduğunu söyledi. Kendisi, fotoğraf makinesi onarımı ile uğraşıyordu.
Derken okullar tatile girdi ve Ağustos ortalarında Görüş’ün birinci sayfasında, ‘Yenilenen Köy Ballıkaya, Öğretmen Süleyman Özerol’un titizlikle hazırlanmış olduğu bir çevre incelemesi’, ‘Tez özelliği taşıyan bir inceleme gibi’ ön tanıtımlar başladı. Birkaç gün süren bu ön tanıtımların ardından 37 gün tam sütun olarak yayınlandı. 1989’da, ‘Yenilenen Köy Ballıkaya ve Ballıkaya’dan Derlemeler Üzerine’ başlığı altında 19 gün yayınlanan çalışmam ise, önceki çalışmayı tamamlar nitelikteydi. İkisini birleştirerek tek dosya haline getirdim. Bu çalışmam hazırlanmasında emeği geçen babam Hasan Özerol, ABD İndiana Üniversitesinden Prof. Dr. İlhan Başgöz, yayınlanmasında katkı sunan H. Nedim Şahhüseyinoğlu ve Celal Yalvaç bana önderlik ettiler. Şahhüseyinoğlu’yla daha önce tanışmamıza karşın, köyüm Ballıkaya ile ilgili çalışmam sayesinde daha yakından tanıdım ve yirmi yılı aşan dostluğumuz halen sürüyor.
‘Malatya’da Gönüllü Kültür Adamları’ çalışmam kapsamında Ankara’da sürekli görüşmemiz ve çok sayıda kitap çalışması olması nedeniyle H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun dosyasını bir kitapçık olarak düzenledim ve bunun kendisi hakkında yapılacak çalışmalarda bir temel olacağını umuyorum.
Kitapçıktan bir örnek çıkararak bir görüşmemizde kendisine sundum. Başka bir görüşmemizde, kitapçığı zenginleştirmemi ve kendisi hakkında bir kitap hazırlamamı istedi. Yeni kaynaklarla kitapçığı zenginleştirdik ve elinizdeki kitap ortaya çıktı.”
Şahhüseyinoğlu, Sayın Emel Sungur’a; “Dik durdum, teslim olmadım. Emel Bacı, ben öldüğümde sen bulun. Ayaklarım üstünde dik gömün. Bilinmeyen dünyanın bilinmeyen güçlere karşı dik duracağım” vasiyetinde bulunur. Talip Apaydın ise, “Onun, ‘Ölürsem, beni dik gömün’ sözü öbür dünyada bile eğilmeyeceğini dile getirir” der. “Beni Dik Gömün” sözünü çalışmamıza ad olarak birlikte düşündüysek de; daha sonraki bir görüşmemizde kitabın adının, “Dirençli Eğitimci-Örgütçü ve Araştırmacı Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu” olmasını uygun gördüğünü belirtti ve öyle yaptık.
Şahhüseyinoğlu, on yedi yapıtıyla okurlarıyla buluşmuş, onlarca dergiye-gazeteye yazılar yazmış, birçok etkinliklere katılmış, özellikle ülkemizin eğitim ve kültür dünyasında unutulmayacak yerini almıştır. Bu bağlamda eğitimciliğinin yanında örgütçülüğü ile de kendisini kanıtlamıştır. Seksen yılık yaşamının birçok diliminde çeşitli olaylarla-zorluklarla karşılaşan değerli öğretmenimin yaşamını-uğraşını, kendisi ve yapıtlarıyla ilgili değerlendirmeleri okuduğunuzda, hakkında yazanlar ve yazılanlarla birlikte ülkemiz ve dünyamız ile ilgili birçok konuda görüş ve düşüncelere tanık olacaksınız.“Cumhuriyetin kazanımları uğruna mücadele verirken Cumhuriyetin kurumlarının hışmına uğramışım” diyen Şahhüseyinoğlu’nu daha iyi tanıyacaksınız.

Arka Kapakta Yazılanlar

2009 yılında Ürün Yayınları arasında yayınlanan kitabımızın arka kapağında onu çok yakından tanıyanların yazdıklarına bir göz atalım…

Talip Apaydın/Eğitimci-Yazar: “Ülke sorunlarına duyarlı aydın bir insan…”
Osman Bolulu/Eğitimci-Şair: “Hep mücadele ile geçmiş bir yaşamı var…
Murtaza Demir/Örgütçü-Yazar: “Günümüzün bir dervişi gibi…
Emel Sungur/Örgütçü-Yazar: “Savlarında çok kararlıdır…”
Mahmut Makal/Eğitimci-Yazar: “Seçkin bir Köy Enstitülü ve sendikacı…”
Bülent Şahhüseyinoğlu/Oğlu-Petrol Mühendisi: “Demokratik özgür düşünce bize babamdan kaldı…”
Celal Yalvaç/Araştırmacı-Gazeteci: “Güvenilir bir dostluğu, güvenilir bir arkadaşlığı vardır…”

Bu değerlendirmelerin inceliğine ve özlülüğüne baktığımızda Şahhüseyinoğlunun çok yönlü özellikleri olduğunu görebiliyoruz.  

Sonrası…

Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu seksen yaşında olmasına karşın boş durmadı, “Özürlü Demokrasi” ve “Pir Sultan Abdal’ın Yurdu Banaz Köyü” (Emel Sungur ile ortak) kitaplarını da yayınladı.
Demokrasi, sözcük anlamıyla halkın kendi kendisini yönetmesi olarak tanımlanır. Halk kendi kendisini nasıl yönetecektir? Temsilcileriyle… Bu yönetim sırasında işler gereği gibi yürütülmediğinde demokrasi “sözde” kalacaktır elbette. İşte asıl sorun da burada… Uygulanırsa, “demokrasi”,uygulanmazsa “sözde demokrasi” var demektir. Şimdiye dek 17 kitap yayınlamış olan H. Nedim Şahhüseyinoğlu 18. kitabında demokrasiden “özürlü” diye söz ediyor ve Berfin Yayınları arasında çıkan kitabının adını da “Özürlü Demokrasi” koymuş.
“Pir Sultan Abdal’ın Yurdu Banaz Köyü”  H. Nedim Şahhüseyinoğlu 19. kitabını Emel Sungur ile birlikte yayınladı. Banaz köyü ile ilgili olan kitap, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı’nın ikinci kitabı olarak Ocak 2012′de Ankara’da yayınlandı.

Seksen beş yaşına ulaşan Şahhüseyinoğlu bugüne dek eğitimci, örgütçü ve araştırmacı, dirençli bir yapıya sahip olmasının verdiği güç ile özellikle halk kültürü alanında ve yakın tarihimiz ile ilgili konularda kaynaklık oluşturan 19 yapıt yayınladı. Hemen hepsi birer başvuru kitabı olan bu yapıtlardan yararlananlar onu unutmayacaklar…
Saygıyla kutluyorum…

(Yeniden İmece, Sayı: 41, Nisan 2014, s. 92)

15 Mayıs 2014 Perşembe

Nedim Abi Hakka Yürüdü




Nedim Abi Hakka Yürüdü

Turan Eser

Pir Sultan örgütlenmelerinde yer alan, eşit yurttaşlık, eşit haklar, demokrasi, laiklik ve özgürlük mücadelecisi Yazar Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu hakka yürüdü.
Eğitim örgütlenmesi, Pir Sultan Örgütlülüğü-Alevi dünyasının ağabeyisi Hasan Nedim Şahüseyinoğlu “Onurlu Direniş”, “Demokrasi, Laiklik ve Özgürlük Mücadelesi” “Hızır Paşalar” “Demokratik Kitle Örgütleri ve İşlevi” “Dünden Bugüne Düşünceye ve Basına Sansür” “Akçadağ Köy Enstitüsü ve Şerif Tekben” “Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar” gibi kitaplarıyla entelektüel dünyamıza ışık tutmuştur.
Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Merkez Yöneticiliğinin yanı sıra Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı’nın kuruluşunda ve yönetiminde yer aldı.
Örgütsüz hayatın yenilgiyi kabullenmek olduğunu ifade etmiş olan Şahhüseyinoğlu Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Tüm Öğretmenler Birleşme, Dayanışma Derneği (TÖB-DER) ve Dev Maden sen Malatya Şube Başkanlıklarını yapmıştı.
Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu ömrünü eğitime, öğretime, kültür, sanata ve Alevi davasına adamış bir bilgeye yakışır şekilde sade yaşamı tercih ederek, eserleri ve mücadelesini buluşturmuştur.
Tüm yaşamını onurlu bir mücadele vererek geçirmiş olan Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu gibi bir aydının çalışmalarını yeni kuşaklar tarafından ilgiyle takip edilmiştir.


25 Nisan 2014

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Canlar Canı Nedim Ağabeyim...




HASAN NEDİM ŞAHHÜSEYİNOĞLU

Canlar Canı Nedim Ağabeyim

O bir kuşağın son temsilcilerindendi...
Yiğit bir insan, davasına sadakatle bağlı bir büyük devrimciydi.
Ezenin, horlayanın, insan boğazına kurşun sıkanın karşısındaydı.
Emekçi, halkçı, özgürlükçü, eşitlikçi sosyalist bir insandı.
Bir eğitimciydi, bir öğretmendi.
Örgütçüydü.
Asalakların, hurafelerin karşısındaydı.
Emeği için direnenlerin, başkaldıranların, yola yoldaş olanların, grev önderlerinin önderiydi.
Kalemini doğruluktan ayırmadı.
Araştırmacıydı, sürekli kendini geliştiren en iyi okuyucuydu.
İnsana değer veren, kadını yücelten, faşizmin, irticaın, gericiliğin karşısında demir bir yumruk, gönlü bir güvercin yüreği gibi apansız sevdalara sonuna kadar açık, gerçek bir insan severdi.
Anadolu sevdalısıydı. Anadolu uygarlığına inanmış, bir kültür adamıydı.
Pir Sultan Abdal Derneği’nin kuruluşunda ve davasında Sivas kıyımında canlarını kaybedenlerin ailelerin her zaman yanında bir yiğit bir Pir Sultan ozanıydı.
Dost canlısı, her gence bir şeyler verme aşkında eğitimci, insan gönlünü en büyük Kâbe sayan gerçek bir Aleviydi.
Halkın sömürülmesine, istismar edilmesine, yanlışların doğru gibi gösterilmesine karşıydı.
Sevdalı bir yürek, şair ruhlu bir aydın, ülkesinin derdini değil sadece tüm dünya insanlığının dertlerini dert etmiş, onlara içli içli ağlayan, Sivas kıyımıyla yanan, gençlerin gözleriyle gören, yürekleriyle coşan bir canlar canı Nedim Ağabeyim...
Seni yirmi yıldır tanıyorum...
En çok sevdiğim insanlardan birisin...
Hatıran hep bende canlı kalacaktır...
Ölümsüzler arasına katılan ruhun yıldızlardan her zaman bizi eğitmeye, öğretmeye, doğru yolu göstermeye devam edecektir. Sevdan sevdamızdır, davan davamızdır, yolun yolumuzdur, ilkelerinle bize örnek oldun, canlar canısın Nedim ağabey...
Sonsuz ışıklarla ol...
Devrin daim olsun, haksızlığın karşısında hiçbir zaman eğilmeyen İmam Hüseyin efendimiz şefaatçin olsun... Büyük hizmetlerin hak katında kabulü makbul olsun...
Keşke son yolculuğunda yanında olabilseydim...
Seni çok seven öğrencin

Kendisini iki kez Cem Televizyonunda misafir ettim; 2 Temmuz ve 9 Kasım’da iki programımız yayınlandı. Sivas kıyımını ve yaşamını eserlerini ayrıntılarıyla işlediğim programlar yaptım. Umarım onları deşifre edip yayınlamak isterim.

25 nisan 2014

HASAN NEDİM ŞAHHÜSEYİNOĞLU SÖYLEŞİSİ

Ayhan AYDIN

Bugün bu yola Aleviliğe, Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyet olmasına emeği geçen çok değerli bir araştırmacı yazarla birlikteyiz.  Şu anda Onur Çarşısı içerisinde bulunan Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı binası içindeyiz. Uzun yıllar sürdürülen mücadeleler sonucunda içinde bulunduğumuz vakıf kendi daimi adresine taşınmış oldu. Bütün kuruluşların böyle binalara sahip olmasını arzu ediyoruz.

Değerli araştırmacımız Nedim Şahhüseyinoğlu merhaba efendim.

Merhaba…

Yıllar öncesinden sizinle tanışıyoruz ve sizin çalışmalarınızı, faaliyetlerinizi yakından izlemeye gayret ediyorum. Belli bir süre birlikte çalıştık, bir şeyler yapmaya gayret ettik. Siz çok daha öncesinden başladınız bu hizmetlere, sizlerin hizmeti bizim yaşımızdan daha fazla. Hiç unutamıyorum sizin aylar boyunca süren işçilerin, emekçilerin direnişlerine omuz vererek onlarla yürek yüreğe direnişçi kimliğinizle tarihe geçen mücadeleci kimliğiniz olduğunu da unutamıyorum.
Sizi daha yakından tanımak isteriz bize neler anlatacaksınız yaşamınızla ilgili?

Teşekkür ederim. Aslen Malatya Yeşilyurt geçmiş ismi Onatlı Köy’ü fakat 1973’de beş köyü bir araya getirdiler şu anda Cumhuriyet Örnek Köy olan köydenim. Annemin anlatımına göre 1929 karın çok yağdığı günde doğmuşum, babamın da belirlemesine göre Şubat ayı o yıl çok kar yağmış. Köyümüz 4 mezra olarak yerleşik durumdalar, biz Şahhüseyinoğlu mezrasındayız, mezramızın diğer adı da Kadıyan, okuryazar oldukları için o dönem kadı adını takmışlar.
O dönemin koşulları çok sıkıntılı bir dönemdi, hayvancılık ve tarımla uğraşılıyordu, kıtlık, yoksulluk çoktu böyle bir ortamda yetiştim. Küçüklüğümde kuzu güdüyordum sonra davar güttüm, babam, dedem ve amcalarım okuryazardı onun için beni de okutmak istiyorlardı fakat ne köyümüzde ne de çevre köylerde okul yoktu. Çevre kentlere de götürmek için ekonomik durumlar da müsait değildi, böylelikle okuyamadım.
1938 de Akçadağ’da eğitmen kursu açıldı, o eğitmen kursundan mezun olanlardan bir tanesini bizim bitişik Kırlangıç Köyü’ne verdiler. Kışın oraya gidip geliyordum. Orada 2 yıl okudum sonra eğitmen ayrıldı bu kez köyümüze 5 kilometre mesafede olan Gölpınar Köyü’nde eğitmen vardı oraya gidip gelmeye baladım. 1 yıl da orada okudum. Daha sonra ilkokul 4. Sınıfı Akçadağ merkezde Ziya Gökalp İlkokulunda okudum. O dönem çevre köylerden de gelen vardı 4 kişi bir ev tuttular yaşlı bir kadın buldular, kadın bize bakıyordu bizim ailemiz de kadına bakıyordu. Akçadağ ile merkez arası 13 km. Babam katıra büyük bir yük odun vurdu, sabahleyin erken çıktık akşam gece yarısına kadar odunları yolda ata ata ancak ilçeye yetişebildik her an donma ihtimali kuvvetliydi, böyle sıkıntı içerisinde okudum.
O dönem yine hepsinin belgesel olabilen 2. Dünya Savaşı vardı, ailemizle beraberdik. Üç amcam bir de amcamın oğlu silâhaltındaydı. 25 nüfus vardı, babam hem beni okutuyordu hem de 25 nüfusa bakıyordu.
5. Sınıfı Cumhuriyet İlkokuluna götürdüler kaydettiler. Fakat köyden gittiğim için yeteri kadar Türkçe bilmiyordum. Cumhuriyet İlkokulunda çok takılıyorlardı bana, kuyruklu Kürt diyorlardı, dövüyorlardı. Ben hep öğretmenlerin etrafında dolaşırdım ki beni dövmesinler diye ve 5. Sınıfı da orada bitirdim.
Savaş devam ediyor, sıkıntılar içerisindeydik, Malatya Ortaokuluna kaydettirdi.
Ortaokulda bir ev tutmuşlardı yine çevre köylerden 4 kişiyle. Ekmek karne ile veriliyordu, yiyecek yoktu, kirayı veremiyordu babam, o dönem 6 sıkıntı çektik sonra beni aldı götürdü. Götürmesinin bir nedeni daha vardı ilk kez sinemaya gidiyordum. Sinema yabancı bir filmdi fakat sessizdi. Arkadaşlarla birlikte sinemaya gittik, babam eve geliyor, ev sahibine soruyor o da diyor ki sinemaya gittiler. O dönem sinema ve tiyatro halkın gözünde kötü görülüyordu. Babam gelip kapının önünde bekliyor, benim çıkışımı görünce beni dövdü su birikintisinin içine düştüm, ben seni okumaya mı gönderdim, kötü yollara düşmeye mi gönderdim, dedi. Çevredeki bakkallar da babama destek verdiler böyle bir anım var. Ekonomik nedenlerle okuyamadım.
O dönem Akçadağ Köy Enstitüsü kurulmuştu, bizim köye 5 km. Köye o dönem ilk kez bir taşıt jip geldi. Etrafına toplandık. Gelen Köy Enstitüsü Müdürü Şerif Tekben’di. Şerif Tekben jipten iner inmez çocuklar hepsi kaçtılar Türkçe bilmiyorlardı. Yanıma geldi bu çocukları niye okutmuyorsunuz, dedi onlar da durumu anlattılar, o dönem babama dedi ki, bunları yarın getirin hepsini okutacağım.
1944’de Ocak ya da Şubat ayı beni kayıt ettirdiler. Orada 5 yıl çalıştım öğretmen oldum, köy enstitüsü toplumumuzun gündeminde 60 yıldır devam ediyor. Çağdaş Türkiye toplumuna uygun çağdaş, bilimsel, üretken uygulaması bulunan ve orada yetiştik, böylece köy enstitüsü bittiğinde 1949 da öğretmen oldum.

Cumhuriyet Örnek Köyü kuruluş öyküsünü anlattığınız ve sizin hazırlamış olduğunuz bir araştırmanız var. Biraz ondan bahsedin. Bunu nasıl hazırladınız, içinde neler var?

Bu kitabı hazırlamamın nedeni 5 köyü bir araya getirmek kültürel yönden, sosyal yönden, sağlık yönünden, ulaşım ve üretim yönünden bir araya getirmeyi önemli olarak görmüştüm. 1971’de Yeşilyurt İlçesinde Tayfun Özşen isminde bir kaymakam atandı. Kaymakam köyleri geziyor, dağınıklığı görüyor. Bu sıkıntılara yanıt verebilecek bir durum yok çünkü mezralar dağınık. Kaymakam diyor ki; sizlere okul, sağlık teşkilatı, ulaşım yardımları yapabilmek için ekonomik zorluklar var. Sizleri bir araya getirerek bir köy çatısı altında toplanabilir misiniz, diye görüşmeler yaptı. Köylüler çok memnun kalıyor. Adana Malatya Karayolunun üzerinde bir yer belirlediler devlet kredi vererek 1972’de başladı ama 1980’e kadar yapımı devam etti ve 5 köyü bir araya getirdiler. Buna benim de katkım vardır. Köyleri ikna etmek, hem kaynaştırmak, hem kültürel yönünden, okullar, sağlık yapımları hakkında katkılarım oldu. Köy kurulduktan sonra modern evler, her evin bahçesi oldu, hayvanların barınacağı bölümler yapıldı. Köyün de kuruluş tarihini gelecek kuşaklara belgelemek üzere bir hazırlık yaptım. Çalışma dönemindeki projeleri, basına yansıyan dokümanları bir araya getirdim ve bu çalışmaları Cumhuriyet Örnek Köy adı ile kitaplaştırdım. Kitap 4 veya 5 bölümden oluşuyor. Birincisi köyün kuruluş yerinin belirlenmesi, ikinci bölüm 5 köyün geçmişe dayalı yaşam durumu, kültürel durumu vardı, üçüncü bölüm köyün tüzel kişilik kazanması yönünde bir mücadele oldu. Bazı sıkıntılar oldu, diğer bir bölüm kültürel, köyün önceki yaşam ile bugün ki yaşam arasında kriter karşılaştırması var, devlet tarafından yaptırılanlar, köy konağı, okul, hamam, fırın var bunlar alt yapı kısımları. Diğer bölüm ise köyde yetişen yazarlar, bilim adamları ve resimler var.

Bu eseri incelediğimizde bir köy monografisi ile karşı karşıyayız. Köyün tarihçesi, kültürel doku ve günümüzdeki durum, fotoğraflar ile zenginleştirilmiş bir çalışma. Köylerle ilgili kültürel yapıya değineceğiz. Biraz bu çalışma hakkında bilgi veriniz. Şerif Tekben kimdir, bizi aydınlatınız?

Köy Enstitüleri Türkiye’deki eğitim alanında en büyük devrim gerçekleştiren bir eğitim kurumudur. Bilimsel içerikli, çağa uygun köye ve üretkenliğe yönelik eğitim kurumudur. Türkiye’de o zaman 21 tane köy enstitüsü açılmıştı, Akçadağ Köy Enstitüsü bunlardan bir tanesidir. Temmuz 1940’da Akçadağ merkez de Hamidiye Kışlası var orada başlamıştır. Köy Enstitülerinin esas amacı ilçelerden uzak tarımın yapılabileceği bir alan isteniyordu ve böylelikle 10 km. uzakta bulunan yeri saptadılar. İlk kurucu müdürü Şinasi Kamer fakat sonra Sivas Yıldızeli Pamukpınar’da kurulan köy enstitüsüne atanınca yerine Şerif Tekben geldi. Şerif Tekben daha önce eğitmen kursunun şefliğini yapıyordu. 1942 de burada müdür oldu, 1946’ya kadar öğrenci gibi çalışıyordu, bir öğretmen gibi öncülük yapıyordu. Emeği olan, öğrencileri evlatları gibi seven, öğrenci öğretmen ilişkilerini çok sıcak tutan demokratik gelişmeye öncülük eden birisiydi.  O zamanlar öğretmen toplantılarında okul temsilcisi olunurdu bir yönetici gibi önerilerde bulunurdu ve okulun çok işlerini yürütebilecek okul başkanlığına oylarla seçilirdi, bir aylık çalışmanın sonucunda toplantılar yapılırdı, okul müdürü, öğrenciler, öğretmenler, işçiler yapardı bu toplantıları ortaklaşa bir eleştiri de bulunurlardı. Bizlere diyordu ki; siz köylere gideceksiniz, köyler bir kültür hazinesidir.
İlk öğretmenliğimi yaptığım Pütürge’nin Hüsükuşağı Köyüdür, köy çalışmalarına orada başladım. Bu çalışmalarımı yazılı olarak kitap haline getirdim.

Bu eğitim seferberliğine takılıp ülkemizin aydınlığı için çalışan sevgili öğretmenlerimizi büyük bir saygı ile selamlıyoruz, Hakk’a yürüyenlerin ruhları şad olsun, yaşayanlara da güzel ömürler diliyoruz.
Malatya, Anadolu’da önemli yerleşim birimi, önemli bir kültür merkezidir. Türkiye için önemi de Alevi inancına sahip insanlarımızın da yoğunlukta olarak yaşadıkları bir yöre olmakla birlikte erenlerin, velilerin, evliyaların büyük inanç önderlerin de gelip zamanında konakladıkları ve insanlara ışık saçtığı yerlerden birisidir. Kırlangıç köyünden bahsettiniz. Kırlangıç Köyü de Doğan ailesinin bulunduğu bir köy. Çevrenizdeki Alevi yaşantısı, dedeler, inanç merkezleri, ocaklar nasıl bir yapı sergiliyor?

Alevi bir aileden gelmem nedeni ile duygusal yanı ağır basar. Bizim köyün Balıyan Aşireti 24 köydür. Doğan Dede ailesi Ağuiçen Ocağı’na bağlılar ve bunlar Türkiye genelinde halkla kaynaşan, halkın barış içinde yaşamasını isteyen ve kendi bildiklerini halka, onların bildiklerini de kendileri edinen sevilen, sayılan bir aile. İzzettin Doğan da böyle bir ailenin kültürü ile yetişti sonradan çağdaş sistemle yetişerek bilim adamı oldu.
Dedelik kurumu Osmanlı ve Selçuklu durumunu değerlendirdiğimiz de şöyle bir konu çıkıyor. Yerleşik bulunan toplum Mezopotamya kültürü var, Yunan kültürü var, Hitit kültürü var bunların tümü harmanlanmış vaziyet haline gelmiştir. Kültür ve töre geleneklerini de bugüne taşıyan da Alevi kesimdir. Dedeleri kendime göre üç durum da değerlendiriyorum.
Bir grup dede yoksul ama bütün yasak ve baskılara rağmen Alevi geleneğini köy köy yaymışlardır.
İkincisi; Alevi baskılarına karşı devrimci dedeler Pir Sultan ve Hacı Bektaş… Bunlar da çağdaş toplumun gelişmesini isteyen dedeler.
Üçüncüsü ise; bütün olumsuzluklara rağmen düzenle işbirliği yapma içerisinde olanlar vardır, Alevileri asimile ettirmek, Osmanlı ile işbirliği yapmak isteyenler de olmuştur. Bunlar halk arasında tutunamamışlar. Bir örnek vereyim; Mevlana. Mevlana her zaman;  Selçuklar döneminde, Osmanlılar döneminde, Cumhuriyet döneminde resmi olarak her yıl anılır onun adına törenler yapılır, şatafatla anılır, hep ön plana çıkarılır. Pir Sultan Abdal, Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli ziyaretleri, törenleri bazen devlet tarafından yasaktı ama oraya katılanlar milyonlardır. Bunun nedeni halkın içinden çıktıkları için halk kendi öncülerine sahip çıkıyor. Hacı Bektaş törenleri, Pir Sultan törenleri, Abdal Musa törenleri çok kalabalık geçiyor. Bunlar topluma öncülük yaptıkları için halk törenlere katılıyor.
Son olarak bizim köyde 1959 cem yapıldı. Görgü cemine girmek isteyenler rehbere giderdi ve rehber anlatırdı insanlar; ceme girecekseniz, köyde küskün olduklarınız varsa rızasını alın sonra gelin, diyordu. İkinci aşama pire giderdi, rehberin çözemediği sorunları pir çözmeye çalışırdı ve sorunlar çözüle çözüle görgü cemi durumuna gelirdi. Dede der ki; ey cemaat bu sofular darda, huzurunuzdalar, siz bunlardan memnun musunuz? Tekrar sorgulama sistemi başlar ve orada karara bağlanırdı.

Aleviliğin temel değerleri uygulanmış olsa çağı aşan yönleri var ama Alevilerin kendileri de nedense bu değerleri saklamazlar.

Dinlerin ilerici, demokrat yanı yoktur, eleştiri ve yoruma açık değildir. Alevilik tümüne açıktır. Dedeyi, rehberi eleştiriyorsun.

TRT’de bir program vardı Mahzuni Şerif ile birlikte Keçiören’de bir ceme gitmiştik, Ertürk Yöndem bunu gösterecekti 1995 yılında. 5 dakika söz hakkı verdiler ben Anadolu uygarlığı ile açıklansın, dedim siz de beni takdir ettiniz, desteklediniz çok iyi hatırlıyorum. Eskiden beri böyle bir yanınız var.
Söylenen nefesler, çalınan sazlar ve bu inancı yaşayan büyük bir kitle var ama Alevilerde çok büyük bir savrulma oldu. Bunun tek nedeni sadece dış göçler mi, ya da bunun başka nedenleri var mı?

Kırsal kesimdeyken Aleviler birbirini denetliyorlardı, kimin ne yapıp yapmadığını ona göre sorgulama yapılıyordu. Kimse o sorgulamadan ceza almamak için çaba harcıyordu. Cemlerde kurallara uymayan insanlara verilen cezalar işkence değildir. Ama ceza alanlarla konuşulmuyor, davarını davarına katmıyorlar, ona yardımcı olmuyorlardı. Bu bakımdan köy içindeki insanlar dışlanmamak için verilen cezayı kabul ediyorlardı ve suç işlememeye özen gösteriyorlardı. Kentlere akım başlayınca Aleviler uzun süre kentlerde kendilerini gizlediler, sürekli onları aşağılıyorlardı, hor görüyorlardı bu bakımdan kentlerde kendilerini gizlediler. Yeni yetişen kuşaklar kentin koşulları içinde geçmişi anımsayamadılar, öğrenemediler. Devletin de asimilasyon politikası da var. Osmanlı döneminde şeriat uygulaması vardı fakat köylerde devlet hiçbir zaman cami yapmamıştı. Köyün imamını köylü kendisi seçiyordu maaşını veriyordu. İstediği zaman işe yaramıyor olumsuzluğu varsa çıkarıyordu. Bugün devlet atıyor, devlet cami yapıyor. Devlet eliyle bir şeriata doğru veya siyasal İslam’a doğru uygulama var. Köyden kente gelen insanlarda bu uygulamadan dolayı asimile korkusu var. Köyden buraya gelen kuşak meseleyi bilemedi yozlaşmaya başladı. Kente gelen insanlar değişik ocaklara bağlıydı o ocakların da kontrolü zorlaştı yani yapamadı. Görgü cemi yapılabilecek açık bir durum yoktu, çünkü yasaktı onu kentlerde yapamadılar. Böylelikle bir erozyona uğrama konusu doğdu. Ekonomik nedenler, baskı nedenleri ve kültür nedenleri de var. Bir toplumu çağın gerisine ve ilerisine götüren de kültürdür. Siz dogmalara dayalı metafizik bir kültürle yaparsan Ortadoğu da görüyoruz. İleri doğru bir eğitim sistemi yapılırsa uygar ülkeleri görüyoruz.

Aşiretleri gündeme getirelim. Siz kendinizi kimlik olarak Anadolu uygarlığı içerisinde nasıl yorumluyorsunuz. Etnik olarak bu ülkede Kürtler de var, demek nedense birilerini huylandırıyor. Bunu söylemek niye zor? Bu politika bazı yazarlar tarafından devam ettiriliyor. Siz kendinizi nasıl nitelendiriyorsunuz?

Ben Kürt bir aileden geliyorum fakat Kürtçü değilim. Bir toplumun etnik gruplara göre bölünmesi daima faşizm getirir, ben sınırların kalkmasından yanayım. Kendi dilimi, kendi törelerimi yaşatmak istiyorum fakat bölünerek değil. Aleviyim. Alevilik de dinsel konulara giren bir Alevi değilim. Çağın evrensel yanını dikkate alarak, barışı, özgürlüğü, laikliği, bilimi öne çıkaran ve bunun gerçekleşmesi için çaba gösteren bir Alevilikten yanayım. Cemlerdeki yargılamalarda ırkçılık yoktur. Dedelerimizin söylediği gibi 72 milleti bir görün, bu demokrasinin temel öğesidir.

Acaba neden bu kadar Kürt düşmanlığı yapılıyor?

Sürtüşmeyi halk yapmıyor. Sürtüşmeyi toplumu yöneten egemen güçler yapıyor. Egemen güçler ne kadar toplum birbirine girerse sömürü o kadar devam eder. Geçenlerde bir yazı okumuştum diyor ki güneydoğu da terör hareketi bitmez. Bittiği zaman orada kaçakçılık, esrar da biter, ağalık da biter diyor. Çıkar olan bir yerde toplumlar birbirine düştüğü zaman sömürüyü, baskıyı göremez.

Aşiret nedir?

İlkel yaşam toplumudur. Başında bir ağa bulunur aşirete bağlı toplumlar ağanın denetimindedir. Ağa bunları yönlendirir, çalıştırır.

Balıyan Aşireti nasıl bir aşiret?

Büyüklerimizin anlattıklarına göre 700 yıl önce buraya gelmişler şu anda yerleşim yerleri de buradadır, daha önceleri de Ermenilerin yeri olduğunu bu Ermenilerin bir kısmı Selçuklu devleti döneminde Kayseri bir kısmını Elbistan’a götürüp kendi topraklarına yerleştirip üretim için götürdüklerini. Bir kısmını göçer Türklerin kışın Adana Pamukovası dedikleri sıcak bölgelere yazın yaylaya çıkmalarının nedenleri yol güzergâhı olarak yağmaladıklarını ve bu yüzden kaçtıklarını söylerlerdi. Aşiret tam olarak bir aşiret değil. Balıyan Aşireti değişik aşiretlerden koparak bir araya gelen o isimle kurdukları sistemdir. Onlar gelirken alevi olduklarını söylüyorlar.

Özellikleri nedir, diğer aşiretlerden farkı nedir, inancı nedir?

İnancında fark yok Alevi, bölgelere göre değişik yöntemler uygulansa bile öz aynı. Yazın yaylalarda kışın da kendi köylerine inerlerdi.

Nerelerde yaşıyorlar?

Balıyan aşireti Osmanlı döneminde bir kısmı Selçuklar döneminde Konya’nın Cihanbeyli, bir kısmı Yugoslavya, bir kısmı Suriye’nin sınırında, bir kısmı Ankara Haymana’da yaşarlardı. Fakat Malatya’da kalanlar Alevi, burada kalanlar Sünnileşmişler Konya’dakiler de Sünnileşmiş.

Sizin Ankara yakınlarındaki Karaşar ile ilgili araştırmanızın var.

Karaşar’ı ben hiç görmedim. Eğri Ovası Yaylasına gittim. Köy 1800 rakımlı. 6 yıl belirli aralıkla gittim, geldim çeşitli insanlarla görüştüm, yazılı kaynaklara başvurdum, sözlü anlatımları dinledim. Bunların anlatımlarına göre; Horasan’dan geldik, oğuz Türklerindeniz, dediler. Araştırdım kaynaklara baktım Uygurlarda Karaşar diye beş tane büyük şehir var, bir tanesi de Karaşar. Şarlar, Karalar diye iki kabile vardır. Bunlar önce Konya’ya yerleşmişler sonra göçerek Ankara o bölgeye gelmişler o yazılı kaynakları buldum. Karaşar da okul var, cami var, bunlar Osmanlı döneminde yapılmış. 1890’lardan Abdülhamit Ankara Valisi bilmem Mahmut ne paşa bütün valilere diyor ki, çevrenizdeki Kızılbaş köylerine yönelik ne yapıyorsunuz, diye soru soruyor. Raporda diyor ki, cami yaptırdık ehlisünnet imam verdik, okul yaptık diyor. Köylerin anlatımı ile bu rapor çakışıyor.

Folklor olarak ne gördünüz?

Karaşar’ın zeybeği var. 1945’lerde o yöreye Muzaffer Sarısözen uğramış.

Malatya ile Karaşar’ı karşılaştırdığınız zaman insanlar aynı ama kültürler benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?

Buranın kültürü büyük oranda erozyona uğramış. Atatürk Hacı Bektaş’a uğruyor 1919’da, Karaşarlılar kadın-erkek yüzlerce kişiyle Atatürk’ü karşılamaya geliyorlar. Büyük ihtimalle bunların dedeleri Hacı Bektaş’tan geliyor oraya haber gönderiyor Atatürk’ü karşılayın, diye. Kurtuluş Savaşına 150 kişi ile katılıyorlar. Cumhuriyetin onuncu yılı Beypazarı’nda yapılmıyor Ankara da yapılıyor, Ankara’ya gelip katılıyorlar. Kendileri de söylüyor bizim dedelerimiz Hacı Bektaş’tan gelirlerdi, diyorlar. Gelmemeye başlayınca boşluk kaldı diyorlar.
Büyük çoğunluğu hem Alevi, hem Sünni oluyor.

Öğretmen ve eğitici olarak mücadele verdiniz ama sizin ayırt edici yönünüz direnişçi yönünüz, yani eylemler var. Öğretmenler için, eğitimciler için mücadeleci kimliğiniz var. Bu faaliyetler çalışmalar nasıl oldu?

Demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından birisi de örgütçülüktür. Biçimsel örgütçülük değil, siyasi partiler örgütçülük kapsamına girer. Siyasal baskı altında olan partiler örneğin İran, örneğin Mısır fakat bağımlı partiler, dernekler var onlarda bağımlıdırlar. Oysaki demokrasilerde kitle örgütleri yani çıkarları ortak olan insanlar bir araya gelir örgütlenir, siyasal düşünceleri farklı olabilir ama ekonomik çıkarları, sosyal ve kültürel çıkarları ortak olanlar bir araya gelir örgütlenir. Öğretmen örgütlenmesine 1960’da girdim, daha önceleri Türkiye öğretmenler federasyonu vardı, 1948’de kurulmuştu ama ondan önce de 1920’de bölgesel öğretmen örgütleri vardı.
Federasyonun başına ya milli eğitim bakanı ya da öğretmen kökenli biri getirilirdi.
1960’da köy de öğretmenlik yapan köy enstitüsü mezunlarını kentlere gelince üye olmaya başladı ve federasyonun yönetiminde ağırlıklı oldu. Öğretmen işlevi de değişti. Kültürel etkinlikler, halkın kültürel fonksiyonu nedir bunlar gündeme geldi.
1960’da ilk kez Doğanşehir’de öğretmenler federasyonunun şubesini kurduk yönetici olarak. 1964’te de Malatya nakle geldim hem Türk öğretmenler birliği federasyonunun üyesi olarak hem de 1965’de Türk Öğretmenler Sendikası yeni bir 1961 anayasasında kamu çalışanları sendikalaşma hakkı vardı, yasa 65 de çıktı ve çıkan yasa gereğince örgütlenme başlandı merkezi Ankara’da kuruldu.
1961 anayasasının önceki baskıcı uygulamalarını kabulleniyor ve 1961’in getirdiği hakları göz ardı ediyordu.
Öğretmenler olarak 1969 şubat ayında Malatya’da büyük bir miting yapıldı o miting de konuşmalar oldu. 1969 aralık ayında Türkiye genelinde İLKSEN’le beraber 4 günlük derse girmeme boykotu yapıldı. O dönem 140-150 bin öğretmen sayısı vardı 125 bini boykota katıldı. O zaman çok baskılar yapıldı, öğretmenlerin kıdemi indirildi, sürüldüler, maaş kesilmeleri oldu ama yıldıramadılar. Malatya valisi Sabri Sözer vardı 69 seçimleri yaklaşmıştı, Hekimhan da Adalet Partisi yöneticileri demokrat olan TÖS’ün üyelerini dışlamak için senaryolar başladı. Bunu araştırmaya gittim valiye anlattım. Mezhepsel durum var bu çok olumsuzdur bunu önlemek için sizin alacağınız olumlu demokratik karara biz de destek veririz, dedim.  Sen hangi örgüttensin dedi, Türk Öğretmenler Sendikası, dedim. Türk Öğretmenler Sendikası’nın TÖS olduğunu bilmiyormuş. Bu sendikanın TÖS’le ilişkisi var mı, dedi.  Aynısı dedim, çık dışarı, dedi. Vali misin yoksa parti temsilcisi misin dedik, polis geldi, basına yansıdı, vali öğretmeni tokatladı diye Türkiye genelinde mitingler yapıldı, valiye çok telgraflar çekildi.
1971 de askeri müdahale sonucu beni gözaltına aldılar. Adana’da 3 ay yattım, beraat ettim. 18 Aralık 1972 de Ankara’ya getirdiler 48 gün yapılması neyse yaptılar, iki yıla yakın tutuklu kaldım 74’de çıkan af kanunda dava düştü.
12 Mart müdahalesinde TÖS’ü kapattılar. Fakir Baykurt genel başkandı, tutukluydu. Af çıkınca Fakir itiraz etti affı kabul etmiyorum, dedi. Suç işlediysem cezamı çekeceğim suç işlememişsem aklanacağım dedi ve dava devam etti. Yargıtay beraat kararı verdi TÖS kapatıldı yerine TÖBDER kuruldu.
TÖB DER’in yönetim kurulu üyesiydim hem de Malatya şube başkanıydım hem bölge temsilcisiydim.
1975’in ekim ayında emekli oldum.
Maden ocaklarında işçi olarak çalıştım, DİSK’e bağlı maden sendikasında örgütlenmeye başladık daha sonra karayolları 8. Bölge de mevsimlik işçi olarak çalıştım.

Bu yapılanlarla ilgili emekçilerle temaslarınız oldu. İşçi ve köylüleri gördünüz daha iyi anladınız, devlete örgütlenmeyi engelliyor diyoruz ama halkımız da örgütlülüğün bilincini diğer toplumlar kadar kavrayamadı bence siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

 Halk halen cumhuriyeti kutluyor. Fakat gelişim değişim yönünde çok adım atılmadı. Halk kültürel yönde gelişmediği için haklarını bilmiyor. Halkı bu bilinçsizlikten kurtarmak için demokratik bir eğitim verilmedi bunlar köy enstitülerinde veriliyordu.

Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar, diye bir kitabınız var. Bu araştırmanızda neyi ortaya koymaya çalıştınız?

1978’de Malatya belediye başkanı Hamit Fendoğlu, gönderilen bomba sonucu gelini ve iki torunu parçalandı çok acı bir olaydır. Bomba Ankara Emek Postanesi’nden 4 tane gönderiliyor. Birisi Pazarcık belediye başkanı Memiş Özdal, kendisi Alevi, birisi Hamit Fendoğlu’na, birisi Adana’da doğulu bir çevresi olan zengin iş adamına diğeri de Adıyaman emniyet müdür yardımcısına gönderiliyor.
1978’de Sivas’ta yapıldı ben yine oradaydım onu da yaşadım. Maraş olaylarından orayı da gördüm. Bunların yazılması lazım diye düşündüm.

Bu katliamlar niçin yapılıyor?

Katliamların halkla ilgisi yok. Profesyonel grubun işidir arkasında güçler var.

Alevi Örgütlülüğünün Tarihsel Süreci isimli bir kitabınız var, detayları ile alalım. Aleviler örgütlenmeye ne zaman başladı?

Alevi toplumunun kültürel yapısı, töreleri, düşünsel yapısı Anadolu uygarlıkları üzerine kurulmuş çok mozaikli bir kültür. Bunu kabullenmeyen demokratlaşma sürecini o dönemin koşulları neyse ona göre bir ilerleme var. Sürekli baskı altında tutmuşlar.

Alevi örgütlülüğünün genel özellikleri nedir?

İki gruba ayırmak lazım. Sivil örgütlenmeler, demokratik örgütlenmeler. Köy dernekleri sivil örgütlenmelerdir, düzenli irtibatı vardır ama çıkara dayalı demokratik yanı yoktur. Demokratik örgütlenmeler de toplumun çıkarlarını korurlar. Alevi örgütlenmeleri demokratik kitle örgütlenmeleri değildir. 1957’de Cahit Caka diye bir generalin denetiminde Cumhuriyet Partisi kuruluyor, kongresini yapamadığı için kapanıyor. 1965’de Hasan Tahsin Berkman Birlik Partisi’ni kuruyor sonra Hüseyin Balabanlıyı getiriyorlar sonra Mustafa Timisi geldi, arkasından baktılar ki Aleviler bölünmüyor Milli Nizam Partisi’ni kurdular.
71 müdahalesinde Necmettin Erbakan İsviçre’ye kaçtı o zaman General Turgut Sunalp’tı Erbakan’ı getirttiler Milli Selamet Partisini kurdular.

Alevi örgütlülüğü büyük sancılar geçirdi, dernekler kurdular, vakıflar biraya geldi, federasyonlar kuruldu. Hacı Bektaş temelini model alan bir örgütlenme modeli ön plana sürülüyor, Hacı Bektaş Dergâhı olmadan bu örgütler bir araya gelemiyor. Alevi örgütlülüğü Alevi temelinin önüne ufuklar seremedi, Alevi kurumları başarısız çünkü topluma ufuk açamadılar.

Konum ne olursa olsun o konuya inanmamışsan o iş gelişmez, inanarak yapmak lazım. Alevi örgütünün yöneticileri Aleviliğe inanmışlardır. Alevi örgütlerinin çoğu devletten yardım istiyor fakat ilişki kuruyor acaba hangi partiye milletvekili sokabilirim ya da hangi partiden meclis üyesi olabilirimin peşindeler.  Köyden kente gelişin kentteki kurnazlığıdır. Kültürel bir araştırma yok, töre gelenekleri araştırma da yok. Çağın değişimini yapacak kültürel değişim yok. Banaz’da  (Sivas) etkinlik yapılıyor adam gelmiş kırmızı bayrağını asıyor slogan atıyor, burada halk var sen bu halkın kültürünü, yapısını biliyor musun, halk seni kabul ediyor mu?

Size saatlerimizi ve günlerimizi ayırmamız gerekiyor. Bugünlük sizi çok fazla yormayalım. Umarım başka söyleşilerde diğer konuları dile getiririz. Törenlere gittiniz oradaki izlenimlerinizi, öğrenciler geldi burs aldılar, Pir Sultan Abdal Derneği’ndeki gelişmeleri 2 Temmuz Pir Sultan gelişmeleri ve diğer konulardaki detaylı bilgiler ve başka çalışmalarınızı başka zaman alırız. Şimdilik bu kadarla yetinelim.

Demokrasi, laiklik, özgürlük, barış olduğu ortamda dinsel, ırksal, bölgesel çelişkiler olmaz. Bütün mesele de buradan çıkıyor.
Size de iyi günler, kolay gelsin size de…

Bu söyleşi 28 Ekim 2006 tarihinde 2 Temmuz Pir Sultan Abdal Vakfında (Kızılay, Ankara) gerçekleştirilmiş, 25 Nisan 2014 tarihinde düzenlenmiş, Berfin Bahar dergisinde ve 14 Temmuz 2014 tarihinde Erenlerin İnsanlık Yolunda Ayhan Aydın sitesinde yayınlanmıştır. Ayhan Aydın'ın izni ile sitemizde yayınladık.


Emel Sungur’dan Ayhan Aydın’a…

Ayhan can birlikte geçirdiğimiz Pir Sultan Abdal Derneği süreci ve o yıllar Alevi örgütlenmesi için en önemli ve eksikliklerimize rağmen en başarılı yıllardı,unutuldu her halde mitinglerde 1 meslek odası temsilcisi, 1 sendikacı ve 1 Alevi örgütü PSAKD'nin alanlarda konuştuğu yıllardı. yıllara dayalı muhabbetimiz Nedim ağabeyle Ankara'dan İstanbul'a gitsen de devam etti yazdığın mektupla ne güzel ifade etmişsin Nedim ağabeyimizi teşekkürler.

28 Nisan 2014, Ankara