16 Mart 2020 Pazartesi

Vefa Hatırlamaktır, Unutmamaktır…

Vefa Hatırlamaktır, Unutmamaktır…
Mirza ARABACI
ŞAH'ın ardından...

Geriye doğru taranmış gür saçları, uzun yılların kederiyle ağarmış, heybetli bir görünüm kazandırmıştı. Ağzından eksik etmediği, dudak tiryakisi sigarayla rüzgâra karşı inatla yürüyen dağ adamlarına benziyordu.
Tanrım, nasıl hızlı konuşurdu, cephede sipere yatmış mitralyöz gibi…
Köy Enstitisü’nde okumuş, binlerce çocuk yetiştirmişti. ‘Köy’ derdi, dağ, bayır, akan sular, sert rüzgârlar, kar, fırtına, boran… Şehir onun için yaşanacak değil, yaşatılacak yerdi. Köy çocuğuydu.
Yıllarca TÖS’te üyelik, yöneticilik yapmıştı.12 Martta kapanınca TÖS ardından kurulan TÖB-DER’le devam etmişti, eğitim emekçilerinin mücadelesine.
Tanıdığımda başarılı ve meşakkatle devam ettiği mesleğini noktalamış, emekli olmuştu.
Süleyman Kırteke’nin önerisiyle, cebinde emekli ikramiyesi, maden işçilerinin sendikal mücadelesine omuz vermek için kendini Sivas’ta bulmuştu. Geride eşi, Güllü Abla ve çocuklarını bırakarak…
Kaç yıl birlikte çalıştık, kaç grev, direniş örgütledik. Kaç bin kilometre yol katlettik birlikte? Kaç yıl koyun koyuna yattık, kaç gece aç yattık, kaç kez ölümlerden döndük!
Hiç yüksünmedi, dert etmedi zorlukları… Hep şaşardık bu yaşta ki azmine, inadına. Çok şeyler öğrendik. En zor soruları, içinden çıkılmaz sorunları, geçmiş zamanda yaşanmış örneklerle, hikâye tadında anlatır, çözerdi…
Harcadığı emek, aktardığı tecrübeler her daim hatırımızda kaldı. Herkesten çok hak etti saygıyı.
Kop dağlarının eteğindeki köyün okulunda, elinde tebeşir maden işçilerine sendikayı, emeği, sömürüyü ve mücadeleyi anlatırken ”Stalin bıyıklı” bir işçinin ”Yani başkan sen diyorsun ki, sendikalı olursak, kuru ekmeğin yanına bir-iki zeytin tanesi koyacağız, öyle mi, anlamış mıyım?” dediğinde hayatının en mutlu günlerinden birini yaşadığını göz bebeklerindeki parıltıdan anlamıştık!
O gecenin sabahında görevini tamamlamış bir ‘usta’nın, yerini çıraklara bırakması zamanının geldiğini anlamıştı.
Öyle de yaptı…
Artık her Köy Enstitülü gibi eser bırakmak, ”tarihe mal olmak” için anılarını yazması gerektiğini biliyordu.
Yıllarca eski bir daktilonun başında sağ elinin orta parmağıyla tuşlara dokunarak sabırla yazdığı yazıları kitap haline getirmeliydi.
Hasançelebi grevini anlattığı: Hekimhan Dağlarında 335 Gün İşçilerin Direnişi ve Balyan Aşireti’ni anlattığı kitaplardan sonra, Kürecik’i anlattığı kitapla adını ölümsüzleştirdi.
Ne kadar çok projesi hayali vardı!
Son gördüğümde Özcan Kesgeç’in tabutu başında Kocatepe Cami’nin avlusunda nöbetteydi.
Artık yaşlanmıştı. Olayları kişileri hatırlayamıyordu. Ama bir dakika bile boşa geçsin istemedi. Nerede bir etkinlik, nerede bir yürüyüş, miting varsa, elinde bastonu, yüzünden hiç eksiltmediği gülücükle oradaydı.
Adı: Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu idi ama herkes ona, ŞAH’ derdi!
Şah gibi yaşadı, Şah gibi öldü…

25 Nisan 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder