ŞAH'ın
ardından...
Geriye
doğru taranmış gür saçları, uzun yılların kederiyle ağarmış, heybetli bir
görünüm kazandırmıştı. Ağzından eksik etmediği, dudak tiryakisi sigarayla
rüzgâra karşı inatla yürüyen dağ adamlarına benziyordu.
Tanrım,
nasıl hızlı konuşurdu, cephede sipere yatmış mitralyöz gibi…
Köy
Enstitisü’nde okumuş, binlerce çocuk yetiştirmişti. ‘Köy’ derdi, dağ, bayır,
akan sular, sert rüzgârlar, kar, fırtına, boran… Şehir onun için yaşanacak
değil, yaşatılacak yerdi. Köy çocuğuydu.
Yıllarca
TÖS’te üyelik, yöneticilik yapmıştı.12 Martta kapanınca TÖS ardından kurulan
TÖB-DER’le devam etmişti, eğitim emekçilerinin mücadelesine.
Tanıdığımda
başarılı ve meşakkatle devam ettiği mesleğini noktalamış, emekli olmuştu.
Süleyman
Kırteke’nin önerisiyle, cebinde emekli ikramiyesi, maden işçilerinin sendikal
mücadelesine omuz vermek için kendini Sivas’ta bulmuştu. Geride eşi, Güllü Abla
ve çocuklarını bırakarak…
Kaç
yıl birlikte çalıştık, kaç grev, direniş örgütledik. Kaç bin kilometre yol
katlettik birlikte? Kaç yıl koyun koyuna yattık, kaç gece aç yattık, kaç kez
ölümlerden döndük!
Hiç
yüksünmedi, dert etmedi zorlukları… Hep şaşardık bu yaşta ki azmine, inadına.
Çok şeyler öğrendik. En zor soruları, içinden çıkılmaz sorunları, geçmiş
zamanda yaşanmış örneklerle, hikâye tadında anlatır, çözerdi…
Harcadığı
emek, aktardığı tecrübeler her daim hatırımızda kaldı. Herkesten çok hak etti
saygıyı.
Kop
dağlarının eteğindeki köyün okulunda, elinde tebeşir maden işçilerine
sendikayı, emeği, sömürüyü ve mücadeleyi anlatırken ”Stalin bıyıklı” bir
işçinin ”Yani başkan sen diyorsun ki, sendikalı olursak, kuru ekmeğin yanına
bir-iki zeytin tanesi koyacağız, öyle mi, anlamış mıyım?” dediğinde hayatının
en mutlu günlerinden birini yaşadığını göz bebeklerindeki parıltıdan
anlamıştık!
O
gecenin sabahında görevini tamamlamış bir ‘usta’nın, yerini çıraklara bırakması
zamanının geldiğini anlamıştı.
Öyle
de yaptı…
Artık
her Köy Enstitülü gibi eser bırakmak, ”tarihe mal olmak” için anılarını yazması
gerektiğini biliyordu.
Yıllarca
eski bir daktilonun başında sağ elinin orta parmağıyla tuşlara dokunarak
sabırla yazdığı yazıları kitap haline getirmeliydi.
Hasançelebi
grevini anlattığı: Hekimhan Dağlarında 335 Gün İşçilerin Direnişi ve Balyan
Aşireti’ni anlattığı kitaplardan sonra, Kürecik’i anlattığı kitapla adını
ölümsüzleştirdi.
Ne
kadar çok projesi hayali vardı!
Son
gördüğümde Özcan Kesgeç’in tabutu başında Kocatepe Cami’nin avlusunda
nöbetteydi.
Artık
yaşlanmıştı. Olayları kişileri hatırlayamıyordu. Ama bir dakika bile boşa
geçsin istemedi. Nerede bir etkinlik, nerede bir yürüyüş, miting varsa, elinde
bastonu, yüzünden hiç eksiltmediği gülücükle oradaydı.
Adı:
Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu idi ama herkes ona, ŞAH’ derdi!
Şah
gibi yaşadı, Şah gibi öldü…
25
Nisan 2015